Reşit Paşa?dan Özal?a - II Yazdır

Reşit Paşa?dan Özal?a - II

3. Islahat Fermanı 

Abdülmecit tarafından Kı­rım Savaşı?nın son yıllarında hazırlanarak Sadrazam Âli Paşa tarafından Babıâli'de tüm nazırlar, devlet ricali, şeyhülislam, patrikler, ha­hambaşı, etnik toplulukların temsilcileri önünde okunup ilan edildi. Daha sonra Paris Antlaşması sırasında yabancı devletlere sunulan yenileştir­me (düzeltme) programı 28 Şubat 1856 kabul edildi.

1839 Tanzimat Fermanı?nı batı alemi ve Rusya yeterli bulmuyor, Hıristiyan teb'anın haklarının da güvenceye alın­masını savunur ve direniyor­du. Osmanlı buna dayanacak güç ve dirayette değildi, neticede boyun eğdi ve istekleri­ne uydu. Tanzimat Fermanı?ndaki maddeler aynen kabul­lendikten başka, yeni mad­deler eklendi. Ticari düzenle­meler, idari düzenlemeler, mahkeme usûlleri yanında Hıristiyanlara güvence veren maddeleri teşkil eder.

Artık Osmanlı meseleleri kendi iç meselesi olmaktan çıkmış, uluslararası platforma taşınmış, dünya; memleket içi meselelere el atmış, daha doğrusu el koymuştur. İmpa­ratorluk içinde yaşayan gayr-i Müslim azınlık haklarına Rusya ve Avrupa ülkeleri ka­rar verir olmuşlardı.

Islahat Fermanı?nın nasıl ol­ması lazım gelir hususunda farklı görüşler vardı:

1- Rusya Tezi: Paris Antlaş­ması?na (30 Mart 1856 tarihinde Rusya ile Kırım Savaşı'nı kazanan Osmanlı İmparatorluğu, Birleşik Krallık ve Fransa arasında imzalanmış bir barış antlaşmasıdır. Bu anlaşma 31 maddeden oluşur.) eklenecek özel bir maddeyle Osmanlı Hıristiyanların hak ve çıkarları Avrupa devletlerinin güvencesi altı­na alınmalıdır.

2- İngiltere Tezi: Tam an­lamıyla bir din özgürlüğü ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır Müslim ? gayr-i Müslim ayırı­mı yapılmamalı. Ortak bir hukuki metin hazırlanmalı (kısmen sivil toplumcu tezlere benziyor)

3-Fransa Tezi: Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında toplumsal haklar, vergiler, askerlik, milli eğitim, devlet memurlarına atanma gibi alanlar da ayrıcalıklar kaldırılmalı Müslim gayr-i Müslim ayrımına gidilmemelidir.

4-Osmanlı Tezi: Fatih Ka­rarnamesi ile belirtilen dini özgürlüklerin verilmesi, Gülhane Hattıhümayun?da belirti­len Hıristiyan hakları yerine getirmesinden başka bir şey kabul edilmemesiydi.

Neticede Fransız tezleri ka­bul görmüş ve ilanı Babıâli?ye bırakılmıştı. Gülhane hattı ya­nında yeni maddeler de ekle­nerek antlaşma Sadrazam, Şeyhülislâm, hariciye nazırı (dışişleri bakanı) ve Avrupa devletlerin elçileri tarafından hazırlanıp resmileşti.

Maddelerden bazıları 

5. Madde: Gayr-i Müslim teb'a, dini inançlarında ve milli eğitimlerinde tam bir özgürlüğe sahiptir 

6. Madde: Teb'adan din ve mezheb ayırımı gözetilmek­sizin eşit oranda vergi alınır.  

Bu madde 1856 yılında yü­rürlüğe konulmak istenmiş ve adı İslâm olan bir devlette ol­muştur. İslâm hukuk siste­minde gayr-i Müslimlerden alı­nan İslâm?ın adil hakkı orta­dan kaldırılmış yerine batılılarca dikte ettirilen bu madde konulmuştur.

12. Madde: Ticaret, ceza ve cinayet davaları için kar­ma mahkemeler kurulacak. . .

Bu maddede şer-i şerif bir nevi yürürlükten kaldırılıyor.

13. Madde: Müslüman ol­mayan toplulukların dini hakları korunacak, ayrıca başka ayrıcalıklar edinmele­ri konusu inceledikten sonra karara bağlanacak, gerekirse değiştirilecek. 

Bu madde batılılarca her zaman istismar edilmiş buna dayanarak çok imtiyazlar ko­parılmıştır. Sulhun hemen arifesinde başlayan Cidde isyanı, Cebel-i Lübnan isyanı, Suriye vakıaları, Bosna ve Hersek olayları bunun tabi sonucu görülmektedir. Bu­gün de bize dayatılan imtiyaz koparmaların yarın nelere mal olacağını hesaplamamız lazım gelir.

14.Madde: Patrikhanele­rin ya da Müslüman olma­yan dini cemaatlerin bazı durumlarda hukuk davala­rında sahip bulundukları yet­kiler daha da genişletilmiş olarak onaylanır. 

15.Madde: Adı geçen (gayrimüslim) cemaatler vila­yet ve nahiye meclisleriyle Ah­kam-ı Adliye kurulunda üye bulundururlar. 

Ferman?a bazı göz boyama maddeleri de eklenmiştir... Mesela:

20. Madde: Tarım ve Ti­caret'in gelişimi için yollar yapılıp kanallar açılacak. 

21. Madde: Batı kültürüne önem verilecek; bilim, öğret­men ve sermaye olarak Avru­pa'dan yararlanılmaya ba­kılacaktır. 

22. Madde: Bu Hattıhümayun hükümlerinin sırası gel­dikçe uygulamaya konulma­sı ve yürütülmesinden hükü­met sorumludur. 

Ferman başta Reşit Paşa ol­mak üzere müstağriplerce de tenkide uğradı. İmparatorluğu din ve ırk ekseninden çıkarıp Osmanlı eksenine oturtma ça­bası olarak görülse de İmpa­ratorluğun dağılmasına, ya­bancıların müdahalesine yar­dımcı oldu.

Islahat Fermanı?nı yorumla­yan Tanpınar: "Islahat Ferma­nı?nın esasını, Hıristiyan teb'aya verilen siyasi haklar teşkil eder. Hıristiyan teb'a onunla, bir taraftan öteden beri mev­cut olan dini imtiyazlarını ve cemaat haklarını muhafaza ediyorlar, diğer taraftan da Müslüman teb'anın bütün si­yasi haklarına sahip oluyor­lardı. . ." (19. Asır T.E.T. 151)

Islahat Fermanı Paris Ant­laşması?na bir hazırlık niteliği­ni taşır. Sanki antlaşmada ?bi­ze merhamet edin sizden olu­yoruz? tavrı var.

Ortaasya?dan başlayıp Ana­dolu'da konaklayan Türk mo­dernleşmesi, varlık sebebi olan dini esas ve değer yargı­larını ikinci plana iterek, düş­man Avrupa kucağına oturt­muş oluyordu. Ferman?la im­paratorluk kendi ipini çeki­yor, bünyesinde barındırdığı etnik ve dini farklılıkları bir yerde körüklüyordu. Tedbir olsun diye aldığı önlem sonu­nun başlangıç belgesi oluyor.

Bugün de memleket sathında toplumu uzlaşmaya çabala­yanlar, çözüm üretme mev­kiinde kendini görenler dünü, dünün problem ve o prob­lemlere bulunan çareler, o çarelerin doğurduğu netice­lerini iyi hesaplamak zorun­dadırlar. Bugünü dünün de­vamı kabul eden bir çözüm bulabilmeliyiz. TC'nin yaptığı gibi geçmişe gözümüzü ka­parsak herhalde bize açılan tuzağa düşebiliriz. Ne yazık ki toplum olarak hafıza kaybına uğramışız. Bir toplum geç­mişte kendisine yapılan iyilik ve kötülüğü unutursa o top­lum tarihin derinliğine ine­mez, tarihte iz bırakamaz. Kö­tü tarihin tekerrür etmemesi için ibretle tarihe bakmalıyız. Bizden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir görmeliyiz.

1856 Fermanı?ndan sonra yavaş yavaş Medeniyetçilik, Osmanlıcılık ve İslâmcılık ce­reyanları baş göstermeye baş­lıyor. Fermanın esas ruhunu teşkil eden medeniyetçilik modern dünyaya uyma, çok yeni ve az bir çevrece benim­senmesine rağmen gittikçe merkeze oturuyor, asıl tez ha­line gelmeye başlıyor. Medeniyetçiliğin temsilcileri; Reşit Paşa, Şinasi, Sadullah Paşa, Âli Paşa kısmen Ahmet Cev­det Paşa. Çünkü Cevdet Paşa aynı zamanda İslâmcıdır. On­da medeniyet ve İslâmcılık atbaşı gider. Abduh ve Afgani yerine Cevdet Paşa'yi ince­lemek ıslahatçılık için daha uygun olabilir herhalde. . .

Osmanlıcılık; din ve ırk far­kı gözetilmeden imparatorlu­ğun bekasını sağlamak, nü­ve halinde Âli ve Fuat Paşa?­larda başlar sonra N. Ke­mal'de netleşir. "Vatan" ma­kalesi buna örnektir. Ahmet Mithat Efendi'nin Üss-i İnkılab'ında teferruatıyla ortaya çıkar.

İslâmcılık, bütün hayatı İslâmi esaslara bağlamak, İslâmi esaslardan yola çıkarak çözüm üretmeye çabalamak­tır. Ziya Paşa, Suavi, Cevdet Paşa İslâm fıkhını tükenmez bir dayanak kabul ediyor ve tüm çareleri orada bulabilece­ğine inanıyorlardı. Cevdet Pa­şa, Âli ve Fuat Paşalar için "Müslüman kıyafetli Frenk bozmalar" tabirini kullanıyor.

Yönlendiriciler

1856'dan sonra hayata isti­kamet verenler, Reşit Paşa devrinde yetişen, siyasi ter­biyelerini o devirde alanlar­dır. Âli Paşa, Fuat Paşa, Mithat Paşa'yı ilk sıralara koyabili­riz. Bu çizilen tablo siyasi tab­lodur. Yoksa fikri ve kültürel tablo değildir.

Âli Paşa: (1814-1871) tipik laik bir diplomattır. Mahalle Mektebi?nden sonra Beyazıt Camii'nde okuduğu Arapça?yı yarıda bırakarak Fransızca öğ­rendi. 1830 Divan-ı Hümayun kalemine girdi. 1835'te Viya­na katipliğine, 1838-1839'da Londra'da elçilik müsteşarlığı­na atandı. Abdülmecid?in tah­ta çıkmasıyla Mustafa Reşit Paşa?yla beraber İstanbul'a döndü. 1841 yılında Londra büyükelçisi olarak görev yap­tı. Reşit Paşa?nın Sadrazamlı­ğında hariciye bakanı oldu(1846). Reşit Paşa yerine 1852 yılında sadrazam oldu. 1854 yılında Kırım Savaşı so­nuçlarına görüşmeci olarak katıldı. 1855'te tekrar Sadr­azam oldu. Islahat Fermanı?nı hazırladı. 1856'da Paris'te top­lanan kongreye baş delege olarak katıldı. Ve antlaşmayı imzaladı. Mustafa Reşit Paşa kabinesinde hariciye bakanı atandıysa da görevi kabul et­medi (1856)

Reşit Paşa'nın ölümünden sonra tekrar Sadrazamlığa getirildi (1858). Kırım Savaşı dolayısı ile görevden alındı, Abdülaziz döneminde dör­düncü defa Sadrazamlığa ge­tirildi (1861) bundan sonra da çeşitli zaman dilimlerinde hariciye bakanı oldu, görüş­melere katıldı, iktisadi düzelt­melerde bulundu, Şuray-ı Dev­let ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyeyi oluşturdu. Reşit Paşa gibi o da İngiliz politikasına yatkın­dı. Seçkinci bir politika güttü­ğü için Genç Osmanlılarca tenkide uğradı.

Fuat Paşa: (1815-Nice 1869) Keçecizade Mahmut Fu­at Paşa, İzzet Molla'nın oğlu­dur. Tıp öğrenimi gördü, 1835?te Trablusgarb'a giderek üç yıl orada kaldı ve İstan­bul'a dönerek Babıali?de ter­cüme odasına girdi ve baş tercümanlığa yükseldi (1839). Londra elçiliği başkatibi (1841) İspanya orta elçisi (1844) gö­revlerinde bulundu.

1848 Rus yayılmacılığına karşı Ruslarla dostluk kurma­ya çalıştı. Ahmet Cevdet Paşa'yla beraber Kavaid-i Osma­niye adlı dilbilgisi kitabını ha­zırladı. 1852 yılında hariciye bakanı oldu. 1854 Yunan çete­lerini bastırmakla görevlendi­rildi ve bu işi başarıyla netice­lendirdi. Âli Paşa sadrazamlı­ğında üçüncü kez hariciye ba­kanı oldu. (1858) Abdühmecid'in ölüp yerine Abdülaziz'in tahta geçmesi üzerine dördün­cü defa hariciye bakanı oldu. Daha sonra Sadrazamlığa ge­tirildi (1862). Rumeli'deki kar­gaşa karşısında istediğini el­de edemeyince görevden ayrıldı. 1863 de tekrar Sadrazamlığa getirildiyse de Hidiv İsmail Paşa'nın kızıyla evlendi­ği için azledildi (1866). Mevlevi tarikatına mensub olan Fuat Paşa batı uygarlığının tüm inceliklerini bilen kişi olarak bilinir. Nükteci, batı ile doğuyu sentezlemeye çalışan kişiliğe sahipti.

Mithat Paşa: (1822-1884) Asıl adı Ahmed Şefik'tir. On yaşında Kur'an'ı hıfz ettiği için Hafız Şefik ismi ile anıl­mış, Divan-ı Hümayun kale­mine alınıp başarıyla bitirince Mithat mahlasını almış ve ar­tık ondan sonra hep öyle ta­nınmış oldu (1835/36). Çeşit­li hocalardan nahiv, fıkıh ve hikmet okudu. Ayrıca meş­hur alimlerden Farsça öğren­di. 1840 yılında Şam'a tahrirat katipliği refakatine tayin edil­di. Konya, Kastamonu'da gö­revlerde bulundu. Sonra İs­tanbul'a döndü ve evlendi (1848). Çeşitli teftişlerde bu­lundu, başarılar elde etti, Re­şit Paşa'nın takdirini kazandı. Balkanlardaki başıbozukluk ve yolsuzlukları tahkik, vazife ve salahiyetiyle görevlendi­rildi. Oralardaki suçluları tespit ettirdi, muhakemelerini de yaptırarak cezalarını verdir­di. Dönüşünde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'ya bu hu­susta bir layiha vererek, yapı­lacak ıslahat hakkında fikirle­rini arzetti. Bursa'da meydana gelen zelzele bölgesine gön­derildi, halkı teskin ve yar­dımları dağıtmayı hakkıyla yerine getirdi.

Abdülmecid'in takdirine mazhar olarak Niş valiliğine atandı (1861). Başarılı yöneti­cilik örneğini gösterdi. Em­niyet ve asayişi sağladı, vergileri topladı, köprüler ve yol­lar yaptırdı. Aldığı tedbirlerle Bulgarların Sırbistan'a göçle­rini engelledi. Başarısını gö­ren Babıali, Prizrin eyaletini de Niş'e bağladı. Belalı bölge olan Prizrin'in de asayişini sağladı ve imar durumuma düzeltti. 1864 yılında Âli ve Fuat Paşaların isteğiyle Silistre, Vıdin ve Niş tek bir vilayet kabul edilerek Tuna adını al­dı ve valiliğine Mithat Paşa getirildi.

Halk meclislerini kurdu, yeni düzenlemeler getirdi, asayişi sağladı, yol, köprü yaptırdı, ziraatı ıslah etti ve geliştirdi. Fabrika kurdurdu, gemi satın aldı, panayır açtı, ticaret geliştirdi. En büyük başarısı da Hıristiyan ve Müs­lüman halkı aheng içinde yaşatabilmesidir. 1868'de Şura-ı Devlet Reisliğine getirildi. Sadrazam Âli Paşa ile araları­nın açılması sonucu Bağdat valiliği'ne atandı (1869). Musul ve Basra da ona bağlandı. Oralarında asayişini sağladı, gelirini artırdı. Limanlar kur­du, nehir işletmeciliğini ge­liştirdi. 1871 yılında İstanbul'a döndü ve istifa etti. 1872 yı­lında Edirne valisi olarak atandı, kısa zaman sonra (beş gün) Sâdârat makamına geti­rildi; üç ay sadrazamlığı sür­dü ve azledildi. 1873'de Sela­nik valiliğine tayin edildi, da­ha sonra ikinci defa Adliye bakanlığına getirildi ve 1875'de görevinden istifa et­ti. Sultan Abdülaziz'in hallin­den sonra, tahta geçen Sultan Murat'ın rahatsızlığı gün geç­tikçe artıyor, memleket fela­ketten felakete adeta yuvarla­nıyordu. Mithat Paşa bir ümit haline gelmiş, kurtarıcı gö­züyle kendisine bakılıyordu, umumi ahvali görüşmek üze­re konağında toplantı yapılı­yor ve toplantı basılıyor. Çerkez Hasan'ın baskısında Hü­seyin Avni Paşa ile hariciye bakanı Raşid Paşa öldürülü­yor, Mithat Paşa kurtuluyor.

Meşrutiyet meselesi görü­şülmeye başlayınca Paşa'nın müsveddesi hemen hemen aynen kabul ediliyor.

1 Eylül 1876'da Sultan II. Abdülhamid tahta çıkarılıyor. Hazırlanan layiha sultana gayr-ı resmi takdim ediliyor. Memleketin içinde bulundu­ğu durumdan bunalan sadr­azam Mütercim Rüştü Paşa is­tifa ediyor, onun yerine ikin­ci defa Mithat Paşa sadrazam oluyor.

İçte ve dışta itibarı olan, değişimci, iktisat bilir, mukte­dir ne yapacağını bilen mille­tin ve dünyanın umudu sad­razam Kanun-i Esasi üzerinde gece gündüz çalıştı, nihayet 23 Kanunievvel 1876'da Hattı Hümayun?la 1. Meşrutiyet ilan edildi. Artık Paşa aynı zaman­da hürriyet kahramanıdır da. Tezahüratlar başladı ve her tarafta "yaşasın Mithat Paşa" naraları yükseliyordu.

Sultan Aziz'in hallinde par­mağı olduğuna Abdülhamid inanıyor ve ona itimat etmi­yordu. Zaten Kanun-i Esasi?ye konulan 113. madde'de a/1 yetkisi padişaha ait idi. 7 Şu­bat 1877?de saraya çağrılarak Mühr-ü Hümayun kendisinden alındı. Ve İzzedin Vapuru?yla sürülme iradesi de kendisine bildirildi. Çeşitli Avrupa ül­kelerini gezdi. Sonra Girit?e yerleştirildi. Sonra Suriye va­liliğine tayin edildi (1878). 1880 yılında Aydın valisi ola­rak atandı. İzmir'e çeki dü­zen vermeye başladı, 16 Ma­yıs 1881'de İstanbul'a sevki istendi ve vapurda sorgusu yapıldı. Çünkü Sultan Abdülaziz'in hallinde rol oynadığı kabul ediliyordu. Yargılama sonunda müşterek fiile katıl­dığı, Damat Mahmut ve Nuri Paşa?yla birlikte suça iştira­kinden ölüm kararı padişah­ça sürgüne çevrildi ve İzzedin Vapuru?yla Cidde yoluyla Ta­if?e gönderildi. 5 Mayıs 1884'te şüpheli bir ölümle öl­dü.

Mithat Paşa, dikbaşlı, başı­na buyruk, padişahı ve mec­lisi takmayan tutumu, geçimsizliğiyle maruftur. Kendini milletin kurtarıcısı olarak gö­rür. Ona göre hapsedilirse halk isyan eder, dünya efka­rı umumisi onu korur, yaban­cılar ülkeyi işgal eder. Tabii hiçbiri olmadı.

Esasen batılıların istekleri­ni yerine getirmek, verdikle­ri reçeteleri uygulamak, mem­lekette din ve ırk ayrımını ön­lemekle yükümlüydü. . .

1856-1876 yılları, batılılaş­mada önemli bir dönüm nok­tasını teşkil etmektedir. Tanzimat?la başlayan hareket artık müesseseleşmiş, ferdilikten çıkarak umumi hale gelmiştir. Batı karşısında yenilgiye uğra­yan imparatorluk teknikle be­raber ideolojik olarak da ba­tıya öykünmeye başlamıştır. Batılıların sömürü aracı olan bankacılık bu devirde geliş­miş, gazetecilik bu dönemde yaygınlaşmıştır. İdeolojik ayı­rım - Osmancılık, Medeniyet­çilik, İslâmcılık - bu dönemde başlamıştır. Sultan Abdülaziz'in donanması tarihimizin en kuvvetli döneminde yaşamıştır. "Millet-i hakime" fikri terkedilmiş psikolojik çökün­tü başlamıştır.

Siyasi hayat Sultan Hamid-i Sani?yle yeni bir devreye gir­miş oluyordu. Otuzüç sene süren bu devir Türk modernleşmesine ve İslâmcılığın gelişmesine katkısı, iyi ve kötü tarafıyla tarihe mal olmaya başladığı devirdir. Sultan devre damgasını vuruyor.

I. Meşrutiyet ve II. Abdulhamid dönemi inşaallah sonra anlatılacaktır.

(Değişim Dergisi, sayı 11, Ocak 1994)