Gelecek Tasavvuru Yazdır

(11 Mart 2019, Pazartesi)

İki kelime, iki kavram, “gelecek” ve “tasavvur”

Gelecek; 1. (Zaman olarak) içinde bulunulan andan sonraki; henüz yaşanmamış, ilerideki. 2. İleride olması, gerçekleşmesi beklenen. 3. is. Zamanın içinde bulunduğumuz andan sonraki bölümü; henüz gelmemiş, yaşanmamış zaman dilimi. 4. Bir kişinin ilerideki yaşantısı; istikbal. 5. Daha sonra yaşayacak olan kuşaklar; yeni nesiller. Gelmesi beklenen, gelişinin geleceği düşünülen…

Gelecekçilik, -ği [gel-ecek-çi-lik] is. Yirminci yüzyılın başlarında İtalya’daki baş döndürücü atılımın ürünü olarak ortaya çıkan, geçmişi, gelenekleri, eski alışkanlıkları, ahlakı reddederek hızı, makineleşmeyi, modem hayatın canlılığını ve bunlardan kaynaklanan macera dolu sevgileri, saldırgan duyguları, şiddet gösterilerini yücelten sanatçı ve edebiyat akımı; fütürizm. (Bkz. Ötüken Türkçe Sözlük)


Tasavvur: (ar. Suret, şekilden) zihinde şekillendirme, fikren kurma, tasarım. Zihinde canlandırma, tahayyül etme. Düşünce, niyet maksat. (Bkz. Misalli Türkçe Büyük Sözlük)

Tasavvur; şekil alış, bir kalıba dökülüş, şahsiyet sahibi oluş, görünür olma arzusu ve isteği, istikamet belirleme isteği…

Demek ki bizim bir geleceğimiz var, bir de gelecek tasavvurumuz. Geleceğimizin nasıl şekil alacağı, nereye evirileceği, nasıl bir istikamet üzre cereyan edeceği tasavvurumuza bağlı.

Tasavvurumuzun oluşum süreci ne denli sağlıklı işler ve doğru bir neticeye varabilirse geleceğimiz de o oranda ümit verici olur.

Tasavvurumuzun oluşumu, temel inanç esaslarını, ilmi geleneği, iyi alışkanlıkları, ahlakı, toplumsal dayanışmayı, adanmışlığı dışarda tutarak şekillenirse fütürist olup çıkarız.

Gelecek tasavvuru için Yahya Kemal’in

“Ne harâbî ne harabatiyim,
Kökü mazide olan âtiyim.”

Kökü mazide olan ati, geçmişten gelip geleceğe giden yol. Hızını gücünü geçmişinden alarak ileriye atılabilme zeminini hazırlamak.

Tasavvur imkanlarla, yapabilirlikle de irtibatlanmalıdır. Eğer yapabilirlik hesaba katılmadan bir şekillendirmeye gidilirse o zaman hayal olur, fikri bir ameliye olur. O da lazım.

Hayal ile gerçeğin kesiştiği nokta tasavvurdur. Hayallerini hangi yol ve yöntemle gerçekleştirmek isteği, yeni bir kalıp ortaya çıkarır, o kalıba tasavvur demek mümkün.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında mazi yok sayılarak bir ati oluşturulmak istendi. Kökünden kopuşla şekillenen yeni tasavvur, anlayış hayata tatbik edilince karşımıza, ne olduğu belli olmayan nereye evirileceği kestirilemeyen, hangi dünyada yer alacağı müphem bir oluşum çıktı.

Bugün de yeni bir gelecek inşa etmeye yeltenmekte toplumumuz, bu yeni inşa süreci neye dayanıyor, geçmişle irtibatı ne denli sıhhatli ve sağlıklı. Maziye takılıp kalmayı mı tercih ediyor, maziyi yok sayıp geleceğe mi atılmak istiyor, yoksa maziden ders çıkarıp kendine yeni bir yol mu çizmeye çalışıyor? Bunların hepsi masada duruyor, her bir kesim bir tarafına yapışmış durumda.

Maziyle, geçmiş tecrübeyle irtibatı koparıp yeni atılımlar yapmaya kalkışmak, beraberinde köksüzlüğü getirir. Elan buna yeltenenler var. İmanını ve Müslümanlığını devem ettirmek isteyip geçmişin yükünden hastalıklarından kurtulmak istiyorlar, en kolay ve kestirme yol; geçmişi yok sayarak bugünü ve yarını hesaba katarak yürümek istiyorlar. İştahları çok fazla, çabuk neticeye varmak istiyorlar. Bunun için İslam tarihi boyunca elde edilmiş tecrübe ve birikimleri bir çırpıda eleyerek yeni ve orijinal tasavvurlar, kalıplar bize takdim ediyorlar.

Bu ruh halini taşıyanların yapacağı ilk iş geçmiş birikimi değersizleştirmek olacak. Cesaret ve yeteneklerine göre geçmiş ilim geleneğinin hangisine savaş açacaklarını da belirliyorlar.

Yerine ve zamanına göre; irfana, fıkıha, tefsire, hadise, kelama, geçmiş idare biçimlerimize… saldırıyorlar. Saldırı alanları geniş.

Tevfik Fikret’in Tarih-i kadim

İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.

Şiiri; geleceğe kilitlenmiş, geçmişin yükünden kurtulmanın neler kazandıracağını, tarihi birikiminden nasıl kurtulacağını haber veriyor. Geçmişe savaş açanların inanışları ve hayata bakışları farklı olabilir lakin ortak noktaları “geçmişin yükünden kurtulmak” tır.

Geleceğe kitlenenler, durmadan, dinlenmeden ileriye koşuyorlar, gayretleri ve çabaları çok fazla, çünkü yıkmaları gereken, yanlışa saplanmış koca bir mazi var. Koca mazinin enkazını temizlemek kolay değil bedel ister. İşte o bedeli bu yüce ruhlu(!) insanlar ancak ödeyebilir. Onlara göre geçmişi değerlendirme vakti geçmiştir, o enkazı yıkarak ancak kurtulmak mümkün.

Bize ulaşan maziyi değerlendirme ise; toptan yok saymak veya savaş açmak değil. Bugünü ve geleceği göz önünde bulundurarak, geçmişin neyine, nasıl geleceğe taşıyabiliriz hesabını yapmakla mümkün.

Geçmiş ile gelecek arasında bir bağ vardır. Bugüne geçmişin üzerine basarak gelinmiştir, buradan da geleceğe doğru yol alınır.

Geçmişi bugüne aynen aktarmak mümkün değil. Zaman akıp gidiyor, güneş hergün doğuyor ve batıyor, tabiat her sene yenileniyor, bir nevi ölüyor ve tekrar diriliyor fakat iki bahar, iki kış, iki yaz, iki güz hiç aynı olamıyor. Her bir insan anbean nefes alıyor lakin aldığımız her nefes aynı değil.

Değişim ve dönüşün her lahza olmaktadır. İnsanoğlunun hayatında bir kesinti yok. Her an değişen bizler daima bir hayat çizgisini de takip ediyoruz. Uyku manevi bir ölüm benzeri olsa da doğuşumuzdan ölümümüze kadar değişmelerle yürüyor olsak da bir istikametimiz bir hayat çizgimiz yok olmayan lakin gelişen bir ömrümüz var.

Dinlerin, medeniyetlerin, ilimlerin, teknik gelişmelerin de bir hayat çizgileri var. Onlar da durdukları yerde durmuyorlar, ilerliyorlar. Unutulmaması gereken bir husus var; olgunlaşırken, gelişirken, değişirken bile hayatiyetlerini devam ettiriyorlar. Bu devam ediş, ettiriliş, yerinden ediş, ediliş değildir. Değişmeyen ilkeler doğrultusunda gelişmişliktir. Eskiyen ve devre dışı kalan bazı düşünceler, kurumlar, kuruluşlar olabilir. Bunların neler olduğu zaman içinde anlaşılır.

Esas üzerinde durmak istediğim mesele; İslam dinene mensup biz Müslümanların gelecek ile geçmiş arasındaki bağı nasıl kurmamız gerektiğidir. İslam’ın temel değişmezlerini değişime/dönüşüme değiştirime açarsak nereye savrulacağımız belli olmaz. Tümüyle geçmişe saplanıp kalırsak da donar, camidleşirirz.

Temel iki prensibimiz bu hususta bize ışık tutucu ve yol göstericidir. Biri sübutu ve delaleti kat’i nassa bağlılık, diğeri de bize bırakılan alanda içtihat edebilme kabiliyeti ve yeteneğini elde ediş ve onu doğru işletişdir. Nassın hangisinin ne anlama geldiği de neyin ictihad kapsamına girdiği de erbabınca bilinir. Her önüne gelen bu nass kat’idir, bu konu içtihada girer ve içtihadı da budur diyemez.

Her bir ilim ve bilimin kendi kanunları ve kaideleri vardır onlara riayet ederek gelişir, olgunlaşır bazen de değişir. İslam ilim geleneği de bu kurala tabidir. Her bir İslamî ilim dalının kendi kuralları ve kaideleri doğrultusunda bu merhaleler icra edilir. Zaman zaman bu konuda tartışmalar olsa da bugüne dek böyle süregelmiştir. Bu işleyiş bir nevi fıtrata uymakla da izah edilebilir. Her bir ilim alanının kendi fıtratı vardır, bu fıtrat zorlanarak sıçramalar yapmak, ilmin ruhunu ve şeklini tahrip eder. İslamî ilim geleneğini tahrip etmeye kimsenin haddi de değildir, buna kimsenin gücü de yetmez. Ancak herkes kendine zarar verir veya kendine fayda temin edebilir. Bu din son dindir, yeni vahiy gelmez, gelen vahyi anlamak ve yaşamaktır bize düşen.