Bizim Matbuatın İnkilaba Hıyaneti(*) Yazdır

(17 Ağustos 2018, Cuma)

Bugünkü Matbuatımız Şahıslardan Korkan, Hadiseleri Olduğu Gibi Değil İstenildiği Gibi Gösteren Bir Garibedir.

Gün geçmez ki gazetelerimizde bir ziyafeti bir baloyu bildiren havadisin sonunda “kibar zevatın bulunduğu bu balo …mümtaz zevatın iştirak ettiği bu balo ..” satırlarını görmeyelim…

2-6-34 tarihli cumhuriyete bakınız orada at müsabakalarını size bildiren yazı şöyle başlar: “Kibar ve mümtaz bir seyirci kütlesi karşısında…” demek ki kibar olmayan, mümtaz olmayan bir seyirci, kütlesi daha var?. Bu memlekette kibar sınıfı, mümtaz sınıfı nasıl bir zümre olabilir?..

Acaba bu memleketin kibar ve mümtaz sınıfı Beyoğlu susinekleri midir? %75 ahalisi köylü olan bu memleketin mümtaz ve kibar sınıfı, hangi sınıftır?.Bu kibar ve mümtazsınıf, yarısından çoğu fakir olan Türk milletinin içinden mi doğuyor?

Bu kibar sınıf, bu mümtaz sınıf kim oluyor?. Türkiye’de halktan başka bir sınıf olmadığını herkes kadar gazetecilerimiz bilirler. Fakat yaptıkları bu tatsızlıklar esasında: Bunların başlayan Türk inkılabının hareketinden, seyrinden ve gayesinden kat'iyen haberleri yoktur, hissini uyandırıyor. Çünkü anadan doğma eşsiz olan bir milletin kibar ve mümtaz sınıfı yoktur ve olamaz.

Cumhuriyetimizin onuncu yıldönümünde söylenen marşta bile bu hakikat ifade edilmiştir. Bir taraftan resmi günlerde (Sınıfsız bir kütleyiz) diye büyük puntolarla yazı yazan gazetelerimiz… Diğer günlerde böyle yazarlar ve gazeteci böyle bir dikkatsizliğe kurban giderse gerisini hesap etmek lazımdır.

Gazetecilerimizin kabahatlerini sayarken şunu da unutmamak lazımdır:

Mesela bir gazetede dalkavukluğa dair sizi alakadar eden bir yazı gördünüz. Bu yazı da hakikat olmayan noktalar da var. Hemen bir yazı ile mukabele ediyorsunuz. Matbuat kanununda da sarahat vardır ve yazınızın neşredilmesi kanuni hakkınızdır. Fakat bu hiçte böyle olmaz: Neşriyat müdürü bir size, bir de yazınıza bakarak: “Bırakınız okuyalım veya kabil değil basamayız” der.

Buyurunuz kağıt üzerindeki haklarınızla neşriyat müdürü karşısındaki vaziyetinizi mukayese ediniz ve bedbin olmamak için kendinizde lazım gelen kuvveti bulunuz.

Bizim matbuatın madalyanın yüz tarafı gibi, parlak olan kısmı yok değildir.

Daima yüksekten konuşurlar. “Herkes kanun dairesinde neşriyatta bulunabilir” derler.

Fakat kanun dairesinde şahsınızı alakadar eden bir yazıya cevap verseniz basamazlar…

Biraz da ilmi hataları tashih yolunda gönderilen yazıların basılıp basılmadığına temas edeyim.

Geçenlerde Yunus Nadi Bey (Denizaltı madenleri) diye yazdığı bir başmakalede (Sünger) leri nebat olarak kaydetmiş ve birkaç kere de (Denizaltında ormanlar teşkil eden bu nebatlar) diye sıralamıştı. Tabii bu ilmi bir hata idi. Arkadaşlarımızdan birçokları Son Posta. Vakit, Milliyet, Akşam gazetelerine giderek.. Beş on satırlık bir yazı ile Yunus Nadi Beyin hataya düştüğüne işaret ettiler... Fakat bu yazılardan hiçbiri maalesef çıkmadı…

Sonra… Çıkmakta bulunan hayat ansiklopedisinin 32inci cüzünde (Agamenunun) Mısır firavunlarından olarak gösterilmiştir. Bu hata ansiklopedi ile uğraşanlara yüz karası teşkil edecek bir dalgınlıktır…

Buna dair de bazı yazılar maalesef intişar edememiştir.

Geçen sene Razgradı yapan Türk gençliği, Türk gazetelerinde yaptığı işi okurken beyninden vurulmuşa dönmüştü. Çünkü her meseleden ziyade gençlik üzerinde hassasiyetle kalem yürütmeğe mecbur olan gazetelerimiz gördük ki çok karanlık yollarda kalmışlardır. Ve nihayet Türk gençliğini Bulgaristan’daki hadiseden daha feci bir hadise yapmış olmakla itham ettiler. Yapılan hadiseyi göremeyecek ve gösteremeyecek kadar iptidai bir kafaya malik olanıysan adamlar ne hakla gazeteci oluyorlar! ..ve ne hakla bir nesil için söz söylüyorlar? ..

10 senelik Cumhuriyetimize yakışacak bir inkılap matbuatımız yoktur. Ve hâlâ da olamayacağından müteessiriz. Bizde bir hadise oluncaya kadar matbuat ondan hiç bahsetmez. Hadise olup dallanıp budaklandı mı kaç gazete varsa... hepsi de hadiseye şahit imiş gibi tek ses halinde başlarlar feryada…

İnsan daima sormak ister: Acaba şimdiye kadar nerede idiler? .. İki misalle boş yere laf söylemediğimi anlatacağım: Eskiye ait: Bahariye vekili İhsan Bey meselesi, yeniye ait: Esnaf bankası meselesi…

Birincisinde: Havuz Yavuz işiismi altında ali divana aksedinceye kadar bizim gazetecilerimiz burada idiler. Ve hadiseye şahittiler. Fakat meseleye dair bir satır yazı yazmadılar. Ne vakit ki mebusluk refedilip mahkeme başladı... O zaman matbuatımız da uyandı…

İkincisinde atılan topların sesi kesilince (istihkâmdan) fırlayacak para kalmayınca gazetecilerimiz kanun müdafii kesildiler, millet haklarını, çöpçü haklarını mevzuu bahsettiler.

Bizim matbuatımız mesul şahısları ürküten kontrol etmesini bilen bir matbuat değil... Bilakis mesul şahıslardan korkan bir matbuattır. Bizde her zaman hadiseler matbuatı doğurmuştur. Yoksa matbuat ben varım deyip vazifesini yapmamıştır.

İnkılap demek benim anladığıma göre: Kelimelerden şekillerden ruhlarına inmek demektir. Ve biz buna en çok susamış bir halde bulunuyoruz.

İnkılap ruhuna göre gazeteci istemek inkılap için kuvvet kazanmak demektir.

Fahri


(*) Birlik Gazetesi, 4 Ağustos 1934 Sayı: 14,  sh 6 (Milli Türk Talebe Birliği Yayın Organı), imlasına fazla müdahale edilmemiştir.