| YENİ AHVAL - 2 |
|
|
|
|
(20 Temmuz 2025, Pazar) KUŞATMA ve KARŞI TEDBİRLER... Kuşatmaya karşı alınacak ilk tedbir; kuşatmayı iyi tahlil etmek, hangi alanlarda ve nasıl bir tarz ve tonla cereyan ettiğini tayin ve tesbit etmekten geçer. Kuşatmayı anlamanın bir yolu da hangi tarihte ve nasıl başladığını fark edebilmektir. İlk kuşatma şeytandan geldi diye bir gerçeği dillendirmek istemiyorum, böyle inanıyorum ama ona sığınmayacağım. Ayet ve hadis de mecbur kalmadıkça zikretmeyeceğim. Çünkü ayet-hadis o denli yerli- yersiz kullanılmaya başlandı ki hâşâ değerleri tesirsiz kalmaya doğru gidiyor. Ben böyle bir vebale katlanamam. Çok yüce fikirler de serdetmeyeceğimin farkındayım. Ama gene de beni takip ederseniz zarar etmeyeceğinizi umarım.
İç/Öz Kuşatma İlk kuşatma kendi içimizden gelir. Bizim iç çatışmamız, kendimizle mücadele ve mücahedemiz sürekli devam ediyor. Dış şartlar zahiri sebepler, iç çatışmamızda bizi etkiler. Fakat iç yapımız sağlam bina edilmişse dış şartlar bizi zorlasa da istikametimizi bozmaz/bozamaz. Kendi iç kuşatmamızı kendimizi donatarak aşabiliriz. Bu durumda Müslüman olarak ilk tahkim edeceğimiz alan düşünce alanımız olmalıdır. Kur'an'ın Mekkî ayetleri ve kâinatı tefekkür ederek düşüncelerimize istikamet verebiliriz. Özümüze, ailemize, çevremize, ülkemize, dost ve düşmanlarımıza İslam'ın bize kazandırdığı düşünce ile bakabilirsek, en zor meselenin kolayca çözülebileceğini fark edebiliriz. Bu konuda mesele çok sade ve sarihtir; "elimden geleni yaptım, gerisi Yaratanın bizim için biçtiği kader çizgisine kalmıştır" deme itminanına erişmektir. Aslında iç tahkimde üzerine düşeni yapıp yapmadığının kıstası, kişinin düşüncesinin yerli yerince yerleşip yerleşmemesine bağlıdır. Düşüncenin yerleşmesi hareketlerimize yansır. Düşünce, inancın da ruhunu besler. Düşüncesi oturmamış bir inanç, bir amel, bir ideal, bir mücadele ve mücahede zafer anında taşkınlığa, kibre dönüşebilir. Aynı hâl yenilgi halinde ise kişiyi, bedbinliğe, karamsarlığa, umutsuzluğa, Allah muhafaza inançsızlığa da sürükleyebilir. İç kuşatma asla ara vermez, darlıkta da bollukta da bizi saptırmaya, yıpratmaya kalkışır. Onun için ömrümüzün sonuna kadar iç kuşatmaya karşı iç tahkimi daima takviye etmemize ara vermeden devam edeceğiz. Her an teyakkuzda olacağız bu konuda. Düşünce darlığı kuşatmaya yardımcı olur. Düşüncesi oturmamış kişi acelecidir. Her şeyin hemen olmasını ister. Düşüncesi oturmuş kişi ise acele etmez sabırla her şeyi değerlendirir. Acele, kişiye yanlış yaptırır. Düşüncesi oturmuş kişi acele etmediği gibi geç kalmaktan da kaçınır. Her işi yerli yerince ve tam zamanında yapma melekesini kazanır. Bu melekeyi kesbeden, çok hesaplayarak yapmaz, kazandığı meleke kendiliğinden hareket eder ve tam isabetli kararlar alır. Sabrın bir anlamı da çabuk davranma aceleciliğinden ve geç kalma tembelliğinden kurtulmaktır. İç kuşatma, bazı hallerde, yapılan hayırlı ve bereketli işlerle bizi şımarıklığa sevk edebilir. Başarıyı hazmetmek, düşüncenin oturmasına bağlıdır. İç itminana ulaşan kişi başarıya Allah'tan bilir nakısı, eksikliği, yenilgiyi de kendi hatalarından, yanlışlarından, belki de kimsenin bilmediği iç bozukluğundan olduğunu bilir. Şeytanın hileleri çoktur, adamına göre taktikler geliştirir. Düşüncesi oturmuş insan şeytanın ve şeytanlaşmışların hile ve desiselerini bilir, anlar ve çok zorlanmadan kendiliğinden tedbirlerini alabilir hale gelir. Her olaya karşı kendiliğinden gerekmesi lazım gelen tepkiyi verir. Bu makama erişmek çok kolay değildir. Ama böyle bir meleke kesbetmek kolaydır. Bu melekeyi kazanan daima kendini eksik görür, alması icabeden çok yol olduğunu bilir. Buradan manevi itminana ermeyi çıkarmak da yanlış olur. Manevi itminan kişinin gelişimini ve oturmuş düşüncesini bozar. ...
Evlad u Iyal Tek başıma olsam şâha gedâya kul olmam / Vîrân olası hânede evlâd u ıyal var (Dertli'den). Kişi kendi nefsi için mücadele ederken daha rahat, ama iş çok sevdiği ve üzerinde titrediği kendi sulbundan biri olunca oldukça temkinli davranır, olmadık kapıları zorlar. Evlad; veledin çoğulu, çocuklar... Iyal; Bir adamın üzerine nafakasını vermek vacip olan, kendilerini geçindirdiği kimseler. İbrahim Aleyhisselam çok sevdiği oğlu İsmail ile imtihan edildi. Yıllardır beklediği bir oğula sahip olunca belki de gereğinden fazla İsmail'i sahiplenince ve geleceği için ona bel bağlayınca Allah (c.c.) onu çok sevdiği ve üzerinde titizlikle durduğu oğlunu hiç beklenmeyen bir tarzda zebketmesini emir buyurdu. Al sana evlat ile imtihan. Büyük imtihanlar, müsbet veya menfi büyük neticeler verir. Bu imtihan çeşidi ilk çevresel kuşatmadır. Ama daima karşı karşı olunan ve içiçe olduğumuz bir kuşatma. Kız-erkek ayırımını yapmak ayrı bir imtihan. Hanımlarla ilgili imtihan ve kuşatma ayrı bir bahis. Akrabalarla imtihan başka bir alan. Bütün bunları İslam'ın anlamlandırdığı bir şekilde anlamak ve ona göre tavır takınmak. Örf-adet ve geleneğin esiri olmadan çevrenin ve modanın oluşturduğu atmosfere bağımlı kalmadan...
Anne-Baba Hakkı Anne-babaya öf bile demeden onlara hizmet etmek. Lakin düşünce ve itikadî konularda -eğer İslam dairesinden çıkmışlarsa- onlara boyun eğmemek. Bu dengeyi sağlamak için Lokman suresini iyi anlamak ve gereğince amel etmek yetecektir. Bu husus kuşatmanın bariz şekilde işlerlik kazandığı alandır. İdealine ters düştü diye ana-babayı hiçe saymak yahut ilişkileri İslam adına kesmek kuşatmanın en âlâsıdır. Hem onlara karşı vazifemizi ifa edeceğiz hem de onların İslam dışı anlayış ve yaşayışlarına uymayacağız. Önce biz onları anlamaya çalışacağız. Aramızdaki farklılıklar; düşünce ve anlayış farkı mı, inanç ve amel farkı mı, yoksa öncelikleri tayin etme ve belirleme farkı mı? Eğer farklılıklar, düşünce, inanç farkı ise yani onlar İslam dairesinden çıkmış ise tavrımız başka olur. Bunun sınırlarını da Rabbimiz çizmiştir. Eğer farklılıklar; İslam'ı anlama ve yaşama tarzı ise o zaman, onlara öf diyemeyeceğimizi hesaba katarak muamele edeceğiz. Yaşadığımız zaman farkını devre dışı bırakmadan evlatlık vazifelerimizi ifa edeceğiz. Şayet yüzde yüz haklılığımıza inanıyor isek sabırla bizi anlamalarını bekleyeceğiz. Evlat sahibi olan herkes anne-babayı daha iyi anlaması icabeder. Anne-baba hem necatımızın vesilesi hem azabımızın vesilesi olabilir. Sağ iken değerlerini bilip sonradan nedamet duymamak en iyisi...
Komşu-Mahalle / Kuşatması Bu tür kuşatmalar, vazifelerimizin ifası ile alakalıdır. Onun için iç kuşatma diye adlandırdım. Bu tür konularda önce vazifelerimizi yerine getireceğiz, bize terettüp edenleri hakkıyla yerine getirdikten sonra Müslümanca davranışımızdan naşi bizim önümüzü keser, saptırmaya kalkışırlarsa o zaman kuşatma diye nitelendirir ve gereken tedbirlerimizi alırız. Komşuluk/mahalleli olmak, yükü birlikte omuzlamak demektir. İyi-kötü ne varsa birlikte üstesinden gelmeye çabalamak. Bu kimi zaman angarya dahi olabilir. Komşu hakkı akrabalık hakkıyla nerdeyse eş anlamlıdır. Mahalleli ise biraz daha ikincil derecede... Mahalle ile ilgilenmek, yerleşiklik demektir. Bu durum, bizim düşüncemizin oturmuşluğuyla bağlantılıdır. İlk bakışta biraz daraltıcı, içe dönük yere yapışık gibi görünse de aslında bu biraz seferilik ile hadarilik gibidir. Seferde olmak hareketli ve canlıdır. Her daim seferde olmak kalıcı işler yapmaya engeldir. Medeniyet, umran seferde değil hadarda inşa edilir. Aslında inşa ve ihya da yerleşiklikte olabilen hususlardır. Zihinsel olarak da bu böyledir. Düşüncesi oturmuş zihin yapısı, ileriye matuf işler bırakır. Oturmuşluk mahalleden başlar. Camiden, kahveden/çay ocağından, okuldan, bîhaber bir mahallelinin toplumu etkilemesi ne denli gerçekçi... Bu ahval, olumlulukların hemen yanısıra olumsuzlukları da beraberinde getirir. Mahalleye saplanıp kalma ve düşüncesini mahalle ile sınırlama... Mahalleliyle iletişim kurayım diye onların yanlışlarını zamanla benimseme... Mahalle anlayışı, ülke-millet bağlamına saplanıp ümmetçiliğe ket vurma... Vaktinin ve zihninin çoğunu oraya hasretme veya onunla yetinme... Burada işleyişin normalleşmesi; mahalleliye karşı vazifesini ifa etmek, onları da ülkenin, ümmetin bir parçası haline getirmeye gayret etmek. Bu sağlanırsa mahalle ve çevre kuşatma olmaktan çıkar kuşatmaya karşı bir kale haline gelir...
Ülke Ulus devlet düşüncesinin hâkim olduğu ve başka türlü düşünmenin hıyanet-i vataniye ile eş sayıldığı bir dünyada ülke-ümmet ilişkisi ciddi bir imtihandır. Aile-şehir-bölge bazı hallerde ülkenin önüne geçtiği ülke genelini düşünmenin aileye-şehre-bölgeye zarar verdiği bir anlayış hâkim elan. Böyle bir atmosferde ülke-ümmet arasındaki bağı nasıl hayata geçirebiliriz. Bu mesele bir yönüyle bizi besler bir yönüyle bize ayak bağı olur. Eğer ülke-ümmet ilişkisini doğru şekilde anlar ve ikisi birbirini destekler ve yekdiğerinin mütemmim cüzü olarak kabul edilirse, o hale getirilebilirse, o vakit bizi koruyan kalkan olur. Eğer denge iyi sağlanmaz biri diğerine tercih edilir veya ikisinin bir arada olamayacağı kanaatine varılırsa işte o zaman tam anlamıyla kuşatmaya dönüşür. Ülke merkeze konulur ümmet geri itilirse ulus-devlet kapanına kısılmış oluruz. Ümmet merkeze konulmuş var kabul edilir de ülke gerçekleri yok sayılırsa o zaman da karşımıza mesuliyetten kaçan, karşılığı olmayan çok fiyakalı ve üst düzey fikirler serdedilir. Fakat hayattan, gerçeklikten kopuk, sadece üst düzey(!) bir söylemle daha rafine fikirler konuşulur bir vaziyete dönüşür. ... Alt birimleri üste çıkarma her zaman hiyerarşiyi bozar. İslamlıkta en üst ümmet birliğidir, İslam birliğidir. Onun altında ülke-ulus, mezhep... gelir. Mezhebin altını meşrepler doldurur. Meşrepsiz, mezhepsiz/ekolsüz, bir İslam anlayışı çok üst düzey bir anlayış gibi algılanabilir, lakin karşılığı olmayan bir düşünce. Böyle diyen mutlaka yeni bir çığır açıyor yeni bir ekol oluşturuyor demektir. Gücü yeten bunu yapabilir, belki de yapmalıdır. Lakin ehil olmayanlara kapı aralamamalıdır. Ümmet de kavim, kabile, soy-soptan müteşekkildir. Farklı İslamî anlayışlar, farklı ameli işleyişler, farklı gelenek-görenekler zenginliğimizdir. İslam bunların tümünü muhtevidir. Hiyerarşi hem düşünüşte hem inanışta hem yaşayışta önemlidir. Burada ehem ile mühimi tefrik edecek basirete ihtiyaç vardır. Farz-vacip-sünnet-mustehap-haram-mekruh... nasıl bir sıralama takip ediyorsa, meşrep-mezhep, kabile-kavim-ulus ümmet arasında da bir hiyerarşi olması elzemdir. Bunlardan birini yok sayarsanız bir boşluk oluşur. Boşlukların oluştuğu sosyal yapılar kuşatılmaya açık hale gelir. Mesela; kavmi özellikleri yok sayarsanız, o topluma mensup insanlarla nasıl iletişim kurarsınız? Bu hususta Hucurat suresi bize kılavuzluk eder. 13. ayet gayet açıktır. "Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O'na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır." Elmalılı Hamdi Yazır; "...Ve sizi milletler ve kabileler yaptık ki tanışasınız, yani soylarınız, atalarınızla iftihar için değil birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre yardımlaşmanız içindir. ... Netice olarak bir erkekle bir dişiden yaratılıp da şuûb ve kabilelere ayırış, daralıp daralıp dağılmak ve döğüşmek söğüşmek için değil, tanışıp yardımlaşarak sevişmek ve güzel ahlakları tatbik ederek daha büyük daha güzel toplumlar meydana getirip korunmak içindir..." diye tefsir etmiş.
Bölgesel ve Küresel Kuşatmalar Konumuzun esasını teşkil eden kısım burasıdır. Türkiye'nin içinde olduğu birliktelikler; Türkiye'nin üye olduğu uluslararası kuruluşlar;
Kuruluş Üyelik Durumu Üye Olduğu Tarih
Bu kuruluşların bir kısmı, işlevsel, bir kısmı sadece vardır, fazla iş görmezler. Bu kuruluşların her birinin kuruluş amacı farklıdır. Tek tek ele almak konuyu dağıtmak olur. Bazı kuruluşlar bizim için fazla fayda sağlamaz, ama dünyanın bir parçası olduğumuzu kanıtlar. Hür dünya dedikleri yapılanmaların bir parçası olduğumuzu gösterir. Bu birliktelikler bazen kalkan bazen de kuşatma olur. İki kutuplu dünyada bazı kuruluşlar kalkan idi elan yer yer kuşatmaya dönüşüyor. NATO, ABD, AB... daha önce kalkan vazifesini görüyordu şimdi biraz farklılık arzediyor. Yunanistan ile ihtilafımızda hem AB hem ABD bizi sıkıştırıyor, yer yer kuşatmaya da dönüşebiliyor. Onun için bir arayış ve tartışma yaşıyoruz. Avrasyacılık, Rus-Çin- ittifakına yakınlaşma isteği... Türkiye, 1990'lı yıllarda iki kutuplu dünya çökünce kendi ayaklarıyla ayakta durmaya, kurum-kuruluşlarını ona göre yeniden konumlandırmaya başladı. Aynı zamanda dış ilişkilerde de aynı yolu izlemeye koyuldu. Mevcut uluslararası ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye ve yeni açılımlara, hamlelere girişti. Bunun için bölgesel ve küresel ölçekte ataklar yapmaya başladı. Eski konumu aşarak yeni konumlar elde etmeye çalışıyor... ... Türkiye'nin coğrafik yapısı hem imkân hem problem doğuracak bir yerdedir. Onun için coğrafyanın stratejide önemli rol oynayacağını göz önünde bulundurarak siyaset gütmek çok gerçekçidir. Bu bakımdan komşu ülkelerle iletişim ve ilişki biçimi siyasette belirleyici olur. Ülkemiz; coğrafya olarak doğu-batı arasında köprü vazifesini görür. Bu aynı zamanda siyasetimizin de ne tam doğulu bir siyaset ne de tam batılı bir siyasettir. Bu aynı zamanda doğu da batı da bizimle iş tutmak durumda kalır demektir. Bu durum hem kalkan hem kuşatmayı beraberinde getirir. Cumhuriyetin ilanıyla yönümüz batı oldu. Yüz yıldır batıyı ideal ve ulaşması lazım gelen kızıl elmamız idi, elan bu ideal eskisi kadar cazip değil. Aşığın gözü kördür görmez, lakin vuslat uzayınca gözlerimiz açıldı gördük ki, batı sanıldığı kadar özenecek bir yer-yapı değilmiş... Yukarıda değinildiği gibi batı maskesini düşürdü aslî hüviyetiyle arz-ı endam eyledi. Meftunu olduğumuz dilber meğer boya ve cilayla bizi cezbetmiş. ... Daha çok bölgemizi ilgilendirenler üzerinde durmak daha anlamlı olur. Eğer bölgesel iş birlikler, genel ümmet ve dolayısıyla insanlık için bir fayda temin etme esasına müstenit ise hayırlara vesile olur. Ama bölge milliyetçiliğini doğuracak tarzda şekillenirse bu tuzak olabilir. Bölgesel birliktelikler, beynelmilel emperyalistlere karşı bir ittifak olur ve dünya sömürü odaklarına karşı bir dayanışma özelliğini taşıyorsa bu hayırlı bir ittifaktır ve kuşatmayı engelleyen bir kalkandır. Yok eğer beynelmilel istikbarın bir payandası olarak konuşlandırılırsa o zaman kuşatmanın bölgesel üssü haline gelmiş demektir.
Şimdi bu konuda bölgesel birlikteliklere bakalım;
Karadeniz Ekonomik İş birliği Örgütü (KEİ) Uluslararası Teşkilat Künyesi: Bölgesel bir ekonomik iş birliği örgütü olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ), ülkemizin öncülüğünde 25 Haziran 1992 tarihinde düzenlenen İstanbul Zirvesi'yle kurulmuş olup, 1994 yılında hizmete giren Daimî Sekretaryası İstanbul'da yer almaktadır. KEİ'de Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Kuzey Makedonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan üye olarak yer alıyor. Toplam 13 üye ülkesiyle Karadeniz havzasındaki "en kapsamlı bölgesel iş birliği platformu" olarak öne çıkan KEİ, temel kuruluş hedefleri olarak Karadeniz Bölgesi'nde barış, istikrar ve refahı sağlama, dostane ve iyi komşuluk ilişkilerini teşvik etmek misyonuyla hareket ediyor. İlk etapta küresel güçlere karşı bir kalkan vazifesi görebilir intibaı vermişti. Elan gelinen noktada çok fazla fonksiyon icra edemez durumda. Yunanistan'ın AB ve ABD'yi yanına alarak Türkiye'ye düşmanlık beslemesi, Rusya-Ukrayna savaşı bu bölgesel ittifakı hükümsüz kılmıştır. Dolayısıyla küresel kuşatmaya engel olma özelliğini yitirmiştir. ... İslam dünyası diye bir kavramımız var. Bu neye tekabül eder. Eğer Müslüman nüfustan bahsediyorsak, dünyada 2 milyar civarında Müslüman insan var. Bundan kastımız ortak hareket etme, birlikte siyaset gütme, ortak bir bilinçle davranma kastediliyorsa böyle bir İslam dünyasından söz etmek temenniden öte bir anlam ifade etmez. Bölgesel birlikteliklerimizi yeniden değerlendirmek mevcut dünya siyasî durumalışına göre elden geçirmek durumundayız. Gazze olaylarıyla ortaya çıktı ki adına İslam ülkeleri denen birlikler(!) ABD'nin Rusya'nın, AB'nin bazen Çin'in önderliğinde, inisiyatifinde oluyor. Mesela Türkiye ile Katar iş birliğine bakalım. İlk bakışta iki ülke dost ve müttefik. Bu genel itibarıyla doğru, iki ülkeyi ilgilendiren konularda müttefik, dost ve ortak hareket edebiliyorlar. Lakin ülkeyi aşıp bölge ilişkilerine gelince Katar ABD'nin isteği doğrultusunda Türkiye ile iş tutmaya mecbur bırakılıyor. Bariz misali Gazze olaylarında kendini gösteriyor. ABD/İsrail ile HAMAS arasındaki görüşmelerde Türkiye dışlanıyor, Katar görüşmelerle ilgili malumatı Türkiye'ye iletiyor yani aracı bir devlet, elçi rolünde. Türkiye'ye ile dost bir ülke olması, ilişkilerinin düzgün olması, iki ülkenin ortak çıkarlarının örtüşmesinin yanı sıra bölgesel ilişkilerde belirleyici olan Katar için ABD'nin tavrıdır. Katar hem ABD ile hem Türkiye siyasetini yürütmek istiyor. Sanki iki ülke arasında ipler gerilince arabuluculuk yapıyor. ... Azerbaycan ile Türkiye "tek millet iki devlet" diye nitelendirilir. Ermenistan savaşında Türkiye'nin ne denli yardımcı olduğu aşikâr. Fakat ne kadar Türkiye dostu ve müttefiki olsa da beynelmilel konularda yüzde yüz Türkiye'nin arkasında olduğu söylenemez. İsrail ile ilişkileri Azerbaycan'ı ciddi anlamda ilgilendirir ve siyasetinde belirgin rol oynar. Türkiye-İsrail çatışması olursa şimdiki kadar Türkiye'nin yanında duracağını sanmak doğru olmaz. Her zaman söylenir devletlerin âli menfaatleri öncelenir. Hak-hukuk bu âli menfaate zarar vermeyecekse makbuldür. Azerbaycan, kritik bir coğrafyada, Rusya-İran-Ermenistan-Gürcistan'la karadan komşu. Hazar denizi dolayısıyla da Rusya-İran-Kazakistan ve Türkmenistan'la komşu. Rusya ve İran'ı küstürmemek en öncelikli meselesidir. Türkiye, bu ülkelere karşı Azerbaycan'ı koruyamaz. Tarih buna şahitlik eder. Onun için daima kırılgan bir siyasi ilişkileri vardır iki ülkenin. Elan siyasi ilişkiler iyi ama nereye kadar... o meçhul...
... Türkiye-İran arasındaki ilişki çok temkinli ve dikkatli bir siyasete dayanır. İki ülke arasındaki siyasi ilişki sınır belirlemede önemlidir. Bu kadar savaştan sonra sınırlar; Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan, 1623-1639 Osmanlı-Safevî Savaşını sona erdiren ve bugünkü Türkiye-İran sınırını büyük ölçüde belirleyen Kasr-ı Şirin barış antlaşmasına dayanır. Demek kalıcı bir ilişki söz konusu. İki ülkenin aralarındaki bu temkinli yaklaşım her iki ülke için daimî bir kuşatmaya dönüşmez. Ama iki ülke bölgesel ilişkilerde ve beynelmilel siyasette, birbirleriyle çelişirler. Zaman zaman iki ülke arasında ipler gerilir. Dikkat edilirse İran İslam devriminden sonra İran, bölgede kendine ait bir siyaset güdüyor, Türkiye'nin güçlenmesinden rahatsızlık duyuyor. Çünkü İran, bölgede kendine denk gördüğü ülke Türkiye. Şii nüfusun temsilcisi ve hamisi rolünü oynuyor, bölgede Şiiliği güçlendirmeye çalışıyor. İslam, İran'ın siyasetinde Şiiliktir. Şii olmayanları şiirleştirmek ana siyasettir. Hâl böyle olunca, ilk ve en önemli görev İslamlık açısından Şii propagandasını yapmak olacak. Bu da hemen komşularına dönerek bir tebliğ çalışmasına başlamalı... bunlara şahit olduk. Şiilik bölge için imkân ve İslamî zenginlik olmaktan çıktı kuşatmaya dönüştü. Bu iç düşman ihdasına kapı araladı. İç düşman oluşturması başta İsrail olmak üzere İslam düşmanlarına yaradı, her zaman da yarayacak... İran İslam devriminden sonra İran-Türkiye, beynelmilel siyasette de farklılaşıyorlar. İran NATO üyesi değil, Türkiye NATO üyesi, İran devrimden sonra batı blokundan kopup bağımsız (!) olmaya niyetlendi. Bu sefer Rusya-Çin vb. ülkelerin güdümüne girmeye mecbur oldu. Türkiye bütün olumsuzluklarıyla beraber BATI blokunda ısrar ediyor. Bu durumda iki komşu ülke ister istemez dış siyasette farklılaşıyorlar. Elan İran-Türkiye [İran diğer halkı Müslüman ülkeler] arasında bir kopukluk, bir farklılıklar var. Bu ayrışma bu iç çekişme, zaman zaman İslam düşmanların işine yarıyor. Suriye'de bunun acısını yaşadık. İsrail-İran çatışmasında nerdeyse İsrail'i haklı çıkaracak adına Müslüman diyen insanlara şahit olduk. İşte bu ahval, İslam karşıtları tarafından rahatlıkla bir iç kuşatmaya çevrilebilir. Allah'tan Türkiye bu hususta daha akl-ı selim davranabiliyor. Bölgemizi belki de bütün dünyayı kaosa sürükleyecek olan İsrail Siyonist çete devletidir. Son Suriye saldırısı dünyayı kaosa sürüklemekten bölgesel ve küresel kuşatma oluşturmaktan geri durmuyor. İsrail bu tutumunu sürdürürse dünya savaşı kaçınılmaz olacak. ...
|





