SİYASETİ/ÜLKEYİ ANLAMA BİÇİMLERİ

(02 Temmuz 2024, Salı)

Hayata, eşyaya, olaylara, kâinata bakış biçimleri ve anlayış biçimleri vardır. Aslına bakılırsa anlayış biçimleri bakış biçimlerini belirler. İnanç/düşünce, hayat tarzı, öncelikleri, neye nereden ve nasıl baktığını şekillendirir.

Usta kalemler; düşüncelerini alalamalı bir tarzda sunabilir, düşüncelerinin bakış açılarını etkilemediğini iddia edebilirler/ederler... fakat bunlar gerçekleri örtemez.

İnsanın yapısı gereği; her zaman doğrudan ve olduğu gibi kendini anlatmaz/anlatamaz. Bazen insanın kendi yapısı gereğidir bu hal. Bazen de ortamın getirdiği nazik durum/ahval bunu gerektirir.

Böyle bir kamuflaja ihtiyaç var mı? Veya neden düşüncelerine edebî bir sis/süs perdesi oluşturup insanlara sunulur. Bu fasıl biraz psikologların-sosyologların-toplum mühendislerinin işi (!)...

Siyasetin ahvalini irdelemek istediğinizde karşınıza dolaylı, alalamalı, çokça müteşabih durumlar çıkar.

Siyasi akımlar, siyasi partiler, siyasi dernek ve vakıflar... her birinin yapıları gereği yığınlarca kendini başka türlü gösterme hünerleri, becerileri vardır. Dışarıdan bakan anlamakta zorlanır...

Bu hal dünya siyaset sahnesinde de görülür.

 

Olmakta olanları anlamak ve anlamlandırmak için, söylenenlerin ötesine geçip biraz maverasını kurcalamak gerekecek galiba. Tahtında müstetir olanları fark etmek, keşfine çalışmak...

 

Türkiye Siyaseti

Türkiye'nin iç ve dış siyasetini bu perspektifinde değerlendirmek biraz sıkıntılı. Sıkıntılı olsa da gerçeklere gözümüzü kapatarak değerlendirme yapamayız. Bu netameli alana girmek mecburiyetindeyiz.

Bu meyanda inancımız, üzerinde yaşadığımız toprak parçası olan vatan hesaba katılmadan değerlendirmeler sathi ve iğretidir. İnsanımıza giydirilen bu iğreti elbisenin devri kapanmıştır. Yeni bir durumla yüz yüzeyiz, bunu herkesin kabul etmesi icabeder. Kabul edilmese bile hayat dayatmış durumda.

Vatan/vatanî görev, devlet... denilince kimi insanımızın suratını buruşturduğunu kestirebiliyorum. Ama bir toprak parçası üzerinde yaşıyoruz, bu toprağa ve bu toprak üzerinde yaşayan insanlara karşı İslamî, insanî vecibelerimiz, ödevlerimiz var.

Coğrafyadan, tarihten kopuk bir anlayış, bir siyasi analiz, ileriye matuf bir düşünce oluşturma? ütopya bile değildir. İdeal; reele dayanmıyorsa, tarihi arka planı yoksa, coğrafya üzerinde icra edilme isteğinden yoksunsa, sosyal bir tabana hitap etmiyorsa... hiçbir şey ifade etmez...

İman; ahlaka dayanmıyorsa, Müslüman şahıslar üzerinde tesiri yoksa, yani eyleme dökülmüyorsa, o iman sınanmamış demektir. Ahlak; hayata yön vermiyorsa, o ahlak yerini bulmuyor demektir. Amel ihlasa bürünmemişse, o amel riyadan arınmamış demektir. Adalet vahyin gölgesinde gelişmiyorsa ona zulüm sirayet etmiş demektir.

Düşünce, siyaset de eğer bir toprak üzerinde ve belli bir zaman diliminde icra edilmiyorsa o düşüncenin kıymet-i harbiyesinin ne ifade ettiğini tefekkür etmemiz lazım gelir.

İslam'ı pisliklerden temizleme görevimiz sınırlı. İslam'ı kirletmeme ödevimiz var. Dinin sahibi Allah'tır. Onu O korur. Hiç kimse kendini din ile İslam ile eşitlememeli.

İslam'ı korumaya (!) çalışanların bir kısmı farkına varmadan İslam'ı hayatın dışına itiyor. Bu tutucular, modernist kafalarla aynı işi yapıyorlar. Biri dini düne/hayale, yaşanması zor bir alana hapsediyor, diğeri modern dünyanın oyuncağı haline getiriyor. (Bkz. Aliya, İslam Deklarasyonu).

İslam, hayatı çepeçevre kuşatır. Dinin alanına girmeyen hiçbir şey olmaz.  İslam ile hayat arasındaki bağı nasıl kurabiliriz.

Bu durum, bu hal, bu bakış açısı, siyaseti ve ülkeyi de tesiri altına alır veya almalıdır.

İdealler, düşünceler; bir zaman diliminde ve bir toprak parçası üzerinde hayatiyetini sürdürür, neşvünema bulur. Onun için zaman ve zemin olmadan bir düşüncenin savunuculuğunu yapmak mümkün değildir.

Burada üzerinde durulması elzem olan; zaman ve zeminde müşehhaslaşan düşüncenin zaman ve zemine saplanmamasıdır. Zemine saplanma; ırkçılığa ve toprak taparlığa kapı aralayabilir. Zamana saplanma ise züppeliğe dönüşebilir.

Bugün Türkiye siyaseti, birtakım mecburiyetler tahtında yürüyor. Bunlar hesaba katmadan bir değerlendirmede bulunmak afakidir.

1- Türkiye, NATO üyesidir. Askeri altyapısı bu kuruluşla uyumludur. Askeri eğitim, askeri yapılanma buna göredir. NATO'dan çıkabilme imkanı var mı?

Diyelim NATO'dan çıktı, kendi başına hiçbir kampa yaslanmadan ayakta kalabilir mi? Önerilen Avrasya paktı veya başka bir askeri kuruluşa girerse ne olur? Bu soruların cevabı verilmeden ahkam kesmek işe yaramaz.

2- Türkiye, iktisadi olarak Batı iktisadına bağlıdır. Yani kapitalist dünyaya merbuttur. Bugün ithalat ve ihracatın kaçta kaçı batılı (ABD-AB ve peykleri) ülkeler ile kaçta kaçı diğer ülkeler iledir.  Verilere dayanarak bir tablo çıkartılırsa hangi dünyaya ait olduğu anlaşılır.

3- Bankacılık, para sistemi vb. gene batıya bağlıdır. Dolar ve Euro olmadan ticaret yürütmek mümkün mü? Yeni bir para sistemi veya yerel para birimi ile ticaret nasıl olur. İslam ortak parası (dinar) nasıl oluşur?

4- Türkiye'nin idari yapısı, -son cumhurbaşkanlığı sistemi hesaba katmadan- Tamamen batı tarzıdır. Kurum-kuruluşlar, belediyecilikten, itfaiyeye, dernekçilikten cemaat yapısına değin...

5- Hukuk sistemi, Avrupa'nın bir eyaleti gibidir. Bilhassa Avrupa Birliğine girme sevdasıyla başlayan süreç. İç hukuk Avrupa hukukunun alt birimi gibi. Bize dayatılan feminist yaklaşımlar, aileyi tarumar eden kanunlar vb. bunun acısını hepimiz çekiyoruz. Ama Avrupa böyle istiyor, ne yapalım (!) deniliyor.

Burada bir parantez açıp AKP'nin ve hassaten R. Tayyip Erdoğan'ın tarihteki BATILILAŞMAYA savaş (!) açması da bir çelişki bir dilemmadır. Avrupa birliğine girmek batılılaşmanın zirvesidir. Lakin Tayyip Bey'in bugün yaptığını o gün yapanlara, kadrolarıyla birlikte koro halinde saldırmalarına ne demeli?

6- Eğitim sistemi tamamen Batılı tarzda. Okul taksimi ilkokul-ortaokul-lise taksimatı dahi batılı tarzdır.

Batılılıkla alakalı bu kadarı bile yeter...

Bir de bugünkü dünya var. Etrafımız var, komşularımız var, bölgemiz var, bir dünya umumi siyaseti var. Türkiye bunları hesaba almak zorundadır. Etrafımız çok güvenli değil. Ateş çemberi içinde bir ülkedir Türkiye...

Türkiye'ye önerilen ve bazı çevrelerce dayatılan dünyaya da bakmamız gerekecek.

Batıya mahkum olmanın acısını çekiyoruz. Bu acı bize ders olmalı?.

Bir kamptan öbürüne savrulmak, siyaset değil, sadece efendi değiştirmektir. Efendilerden bıktık. Cumhuriyet kurulurken şeyhler, efendiler vb.. yok sayıldı onlara cephe alındı iyi bir yola girildi kabul edildi ama gördük ki efendi değiştirmişiz. Şeyh-ağa... gitti yerine dünya ticaret tröstleri, dünya siyasi hegemonyası, dünya adli despotizmi geldi. Acaba hangisi daha zalim ve yaptıkları toplumun dengesini ziruzeber ediyor.

İmdi gelelim kendi halimize; Türkiye diye bir ülkede yaşıyoruz. Coğrafyadan kopamayız. Koptuğunu sananlar hayal görüyor. (İsmet Özel; hayal görmektense rüya görmeyi yeğler.)

Kendine güvenmek verilere dayanırsa bir değer ifade eder. ülke, hatta bölge ve İslam dünyası/ coğrafyası değişmeden Türkiye'nin tek başına yeni ve olumlu bir yola girmesi mümkün olamaz.  İlk önce ülke içi güven tesis edilmeli. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki korkulardan kurtulmalıyız. Çünkü yeni tehlikeler ve yeni tehditler var, bunlar daha acımasız ve gaddar.

İki önemli tehlike diye bize sunulan cumhuriyetin ilk kuruluşunda bugün artık başka evreye çevrildi. Bunlar; İslamlık ve Kürtlük idi. Bugün dünya bu iki tehlike üzerinden üstümüze çökmeye çalışıyor. Türkiye de dünyanın bu çöküş stratejisinin içine yerleştirilen hile ve tehlikeleri göremiyor veya görmek istemiyor. İslam insanlık için elzem hale geldi, bunu fark etmeyen züppe takımı ülkede şeriat tehlikesi var(!) diye yaygara koparıyor. Şeriat tehlikesi(!) ne demekse, onu bahane ederek gençliği ateizme, sapkınlığın her türlüsüne sürüklüyor. Hiçbir kutsalı olmayan. Mesuliyet duygusu taşımayan bir nesli bu ülkeye reva görüyorlar. Bahane Şeriat. Şeriatı da anlasalar gam yemem.

Kürt- Türk ayrışmasını bize dayatanlar; kendileri farklı dil- din ayırımını zenginlik, olgunluk kabul ediyorlar, bize gelince düşmanlık vesilesi oluveriyor. Komşularımızla düşman oluş beka meselesi oluyor. Ama AB ülkeleri bir devlet haline getirmeye uğraşıyor.

Bize dayatılan meseleler zaman aşımına uğramış, çağdışı meselelerdir. Topyekûn bir dünya var. Küresel dünyada ayakta kalabilmek için Ehl-i İslam, kendi dünyasını oluşturup, AB benzeri bir birlik kurarak ancak ayakta kalabilir. Bunun için bölgesel birlikler; Afrika Birliği, Türk dünyası birliği, İslam İşbirliği teşkilatının canlandırılması vb. oluşumlara kafa yormalıyız ve bunların alt yapısını oluşturmalıyız.

Bunları kendi düşüncesine aykırı görenler batının veya doğunun oyuncağı olmaya mahkûmdurlar. Oyuncak olmak istemeyenler siyasete ve ülkenin geleceğine böyle bakmaya alışmalıdırlar.

 

k_saglam

Yeni Kitabımız Çıktı

egri_agacin_golgesi

Son Eklenenler

YEREL SEÇİM SONRASI ÜLKENİN AHVALİ
(1 Nisan 2024, Pazartesi) Yerel seçim ...
İNSAN KENDİNİ KEŞFEDEBİLİR Mİ?...
(26.01.2024, Cuma) Her kişi, 'önce ke...
MİLLİYETÇİLİK- MUHAFAZAKARLIK- ÜMMETÇİLİK
(Yerellik 'Yerlilik' - Muhafazakarlık -...
EY EHL-İ İSLAM, UYAN!
(06.11.2023, Pazartesi) Ey dünyayı g...
YAĞMUR DUASI
(15 Eylül 2023, Cuma) Yağmur duasına...
AÇMAZI AÇMAK
(25 Ağustos 2023, Cuma) İnsanoğlunun...
AÇILIM - ATILIM
(5 Ağustos 2023, Cumartesi) Sıkışan...
GÜLİSTAN OKUMAYANLARA
(10 Temmuz 2023, Pazartesi) Sadi (Şira...

Kimler Sitede

Şu anda 35 konuk çevrimiçi
Üyeler : 3
İçerik : 640
Web Bağlantıları : 5
İçerik Tıklama Görünümü : 6121976
< ?php if( JRequest::getVar( 'view' ) == 'article' ): ? > < jdoc:include type="modules" name="socialwidget" /> < ?php endif; ? >