Sadr (Sine, Göğüs) - 2 |
(26 Haziran 2021, Cumartesi) Nisa suresi Sudur kelimesi 90. ayette geçiyor. Ancak, 88, 89 ve 90. ayet birlikte ele alınırsa mana bütünlüğü oluşur. Ayette geçen, hasuret sudur tabiri, sudurları daralmış olan. Sineleri, göğüsleri, kalpleri sıkışan, daralanlar. Hasuret kelimesi; daralmak, sıkışmak, sıkılmak. Ama çok maddi daralma. Bir adamı bir daracık yere tıkayıp etrafından sıkıştırmak, etrafını çevirip sıkıştırmak, alıkoymak, idrara sıkışmak, Bir gussa ve tasa sebebiyle teng-dil olmak... (Bkz. Mütercim Asım Efendi) "Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah'ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın. Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı. Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir." (Nisa, 4/ 88-90).
Uhud savaşından sonra münafıklar savaş alanını terk edip Müslümanları müşkil durumda bırakmışlardı. Ashap münafıklara uygulayacakları ceza hususunda ihtilafa düştüler, kimisi "öldürelim" diyordu, kimisi de "hayır onlar mümindir" diyordu. "Halbuki Rasulullah onlarla ne savaştı ne de onları öldürmeye teşebbüs etti. Zahiren Müslüman hakikatte müşrik olan münafıklara Müslüman muamelesi yapıldı. Zahiri amellerine bakılır ve ona göre hüküm verilir. Eğer sizinle birlikte hicret ederlerse sizden sayılırlar. Yok eğer düşmanlıklarına devam ederlerse onlarla savaşmak icab eder. Size baş vururlarsa onları ayrı tutun..." (Bkz. Seyyid Kutup, Fizilal, 3/ 376-388) Hamdi Yazır ise şöyle açıklar; "Hasan ve Mücahid'den rivâyet olunduğuna göre bir kavim, Medine'ye gelip Müslüman olduklarını açıkladıktan bir süre sonra Medine'den sıkıldıklarını bahane ederek çöle çıkmak için Hz. Peygamberden izin istemişler ve çıkınca aşama aşama göçerek gitmişler, sonunda müşriklere katılmışlar, Müslümanlar da bunların Müslüman olup olmadığında ve savaş açısından haklarında nasıl bir muamele yapılmasının lazım geleceğinde ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sebeple bunların aslında münafık oldukları açıklanarak genel bir şekilde savaş hukuku ile ilgili bazı hükümler tebliğ edilmek üzere âyetler inmiştir. Her kim güzel bir işte aracılık yaparsa sevap, kim de kötü bir işte aracılık yaparsa günah kazanır. Allah'a hesap vermek bir gerçektir, Allah birdir, kıyamet gününde şüphe yok iken, siz o münafıklar hakkında neden iki gruba ayrılıyorsunuz? Halbuki Allah onları kazandıkları küfür ve günahlar sebebiyle tersine çevirip reddetmiştir. Siz Allah'ın sapıklığa düşürdüğü kimselere hidayet vermek mi istiyorsunuz? Halbuki Allah, her kimi sapıklığa düşürürse, yani kimde sapıklığı yaratırsa Ey Muhammed! Sen bile artık ona bir yol bulamazsın. Onlar, kendileri nasıl kâfirler ise siz de öyle kâfir olasınız da hepiniz kâfirlikte eşit olasınız diye arzu etmektedirler. Bundan dolayı, Onlar Allah yolunda hicret edinceye, bu şekilde imanlarını ispatlayıncaya kadar içlerinden dostlar edinmeyiniz. Eğer onlar, Allah yolunda doğru dürüst hicret etmekle imanlarını açıklamaktan çekinirlerse onları tutunuz ve bulduğunuz yerde, yani Harem-i Şerif içinde de olsa kendilerini öldürünüz ve onlardan ne bir dost, ne bir yardımcı tutmayınız, tamamen onlardan sakınınız. 1- Sizinle aralarında bir anlaşma ve sözleşme bulunan herhangi bir kavme varıp onlara sığınanlar... Böyle sizinle savaş durumunda olanları terkedip savaş durumunda olmayan bir kavmin anlaşma ve güvencesine katılanlar, o kavm ile olan anlaşmanın hükmüne tabi olurlar. 2- Yahut sizinle savaşa girişmekten veya sizinle savaş halinde olan kendi kavimlerine karşı savaşmaktan göğüsleri sıkışarak; yani ne sizinle ne kendi kavimleriyle savaşmayı akıllarına sığdıramayıp ne lehinizde, ne aleyhinizde savaşmaya karışmamak, tarafsız kalmak arzusunda bulunarak soluk soluğa size gelmiş olanlar. Bunlar da aşağıda açıklanacağı gibi taarruzdan korunmuşlardır." (Bkz. Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2/ 1412-1415). Kurtubi 88- 89. Ayetleri birlikte tefsir etmiş ve beş ana başlık çıkarmıştır. 1) Münafıklardan Teberrî (beri olmak) ve Hicret. 2)Yakalanıp Öldürülme Hükmünden İstisna Edilenler. 3)Barış Antlaşması. 4)Savaşmak İstemeyenler. 5)Mü'minlere Ceza Olmak Üzere, Allah Dilediği Takdirde Kâfirleri Musallat Kılabilir. Konumuzla ilgili kısım 4. Maddede izah edilmiştir. Şöyle; "Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınan ve göğüsleri daralanlar müstesnadır." "Yahut sizlere göğüsleri daralmış olarak gelirlerse", "buyruk onlar hakkında bir bedduadır." Şöyle buyurulmuş gibidir: Sizinle aralarında bir antlaşma bulunan bir kavme sığınıp, sizlere de gerek size karşı gerekse de sizinle birlikte savaşmaktan yana kalpleri daraldığından dolayı her iki kesimle de savaşmaktan hoşlanmayarak size gelirlerse... Veya bunlar: Biz Müslüman oluruz fakat savaşa katılmayız, diyen kimseler de olabilirler. İslâm'ın ilk dönemlerinde Allah kalplerinde (sudurlarında) takva için genişlik verinceye, İslâm için sudurlarını açıncaya kadar bunun onlardan kabul edilmiş olması ihtimali vardır. (Bkz. Kurtubi, 5/ 366- 370)
Maide suresi Maide 7. Ayette geçer kavramımız, anlam bütünlüğü, 6-7, veya 7-8 ayetleriyle tamamlanır. Ayette geçen sudur kelimesi "zati's- sudur şeklinde geçer. Sözlüklerde zat kelimesi; cevher, asıl, bir şeyin ve kişinin kendisi, maddi varlığı... aslına bakılırsa zat sıfat kelimesinin mukabili olarak kullanılır. Zati's- sudur denilince; sinelerin kendisi, yani insanın özünde olanı... 'Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve "işittik, itaat ettik" dediğinizde O'na verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, sadırlarda (göğüslerin özünde, (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Maide, 5/7-8) Elmalılı ise 6-7. ayetleri birlikte değerlendirir ve surenin baş tarafından bu ayetlere kadar olan ayetlerini birbirlerine bağlayarak açıklar özetle şöyle der: "Nimetin artması şükür ile, şükür de nimeti unutmamakla ayakta duracağından bu temizlikleri yapınız ve Allah'ın size olan nimetini ve özellikle İslâm nimetini unutmayınız, zikir ve fikrinizden çıkarmayınız, daima anmakla şükrediniz ki, namaz bu şükür cümlesindendir. Ve o mîsakı (Allah'a verdiğiniz sözü, ahdi) anıp ifa ediniz ki, Allah onunla sizi "işittik ve itaat ettik" dediğiniz zaman belgelemiş, sağlamlaştırmıştı. Çünkü asıl mîsak birdir. Yaratılışınızın bütün geçmiş safhalarında ve mutlak acizliğinizin hüküm sürdüğü varlığınıza ait devrelerinizde, fıtrat olarak bağlanmış olduğunuz ve sonra ihtiyaçlarınızın sıkıştırdığı, emellerinizin kaynaştığı şuurlu demlerinizde akıl ve fikrinizle samimi kalbinizden kopan yalvarmalarınızla "işittik ve itaat ettik" diye kuvvetli sözleşmelerle belgelediğiniz o kulluk sözünü, semerelerini vermeye, nimetlerine ermeye başladığınız genişlik günlerinde ve başarılı olduğunuz sırada unutuvermeyiniz de, o İslâm nimetini ve iman hidayetini teşekkür zevkiyle anıp, akitlerinizi tamamen yerine getirin, ve Allah'dan korkunuz da, bunları unutup nankörlük etmeyiniz, kalbinizi bozmayınız, Çünkü "Allah sudurlarınızda (sinelerinizde) gizlenen en gizli şeyleri bilir." Şu halde yalnız cisim ve görünüşle ilgili temizlik ile değil, hem cismanî, hem rühanî, hem zahirî, hem batınî tam bir temizlik ile temiz ve pak olarak olgun bir kullukla Allah'ın huzuruna geliniz ve nimetin tamamına erip şükrediniz." (Elmalılı, 3/ 1582-1591).
Kurtubi: "Allah'ın, sizin üzerinizdeki akidlerini ve sizin birbirinize karşı yaptığınız akidleri yerine getiriniz." Ayette geçen, "söz ve misak", "Hani Rabbin, Âdem oğullarının sırtlarından... zürriyetlerini çıkarıp almış." (el-A'raf, 7/172) âyetinde geçen söz olduğu, Tevrat'ta kendilerinden alınan sözleri gereği gibi korumak üzere yahudilere bir hitab olduğu, (ashâb-ı kiram'ın) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yaptıkları hoşlarına giden ve gitmeyen hususlarda onu dinleyip itaat edeceklerine dair verdikleri söz ve misak olduğu, vb. anlamlara gelmesi de muhtemeldir. Ayrıca: "Akidleri yerine getirin." (el-Mâide 5/1) âyeti ile ilişkili bulunmaktadır..." (Bkz. Kurtubi, 7/ 124-125)
Seyyid Kutub: "Bir taraftan da Allah ile yaptıkları "sözleşmeleri" karşısında Allah'ın huzurunda durmanın, duyguda uyandıracağı yüce hislerin tesirinde bırakıyor. Bu yüzden Allah aynı ayette onları, takvaya ve kalplerinde ve ortaya dökülmemiş düşüncelerinde bile O'nun gözetimini hissetmeye yöneltiyor. "...Allah'tan korkunuz. Hiç kuşkusuz Allah zati's- sudurdur (kalplerinizin özünü) bilir." "Kalplerin özünü bilir" ifadesi Kur'an'da karşılaştığımız canlı ve duygulandırıcı bir ifadedir. Taşıdığı incelik, güzellik ve ibretlere değinmek yerinde olacaktır. "Kalplerin özünü bilir" gönüllerin sahibi, arkadaşı, ayrılmaz yoldaşı anlamında olup; gizli hisler, düşünceler ve sırlardan kinayedir. Kalbin, sürekli ve devamlı yanında olma özelliğini taşıdığını ifadelendiren bu sözler, gizlilik ve sırlarının Allah'ın ilminde apaçık ortada olduğunu ve Allah'ın "Kalplerin özünü" bilmekte olduğunu ortaya koymaktadır." (Fizilal, 4/154-155)
|