Kavram - Mefhum |
(28 Ocak 2021, Perşembe) Bir önceki yazımda lafız üzerinde durmuş, lafzın manaya delâlet tarzı ve keyfiyetinin önemine ve lafızları yerli yerinde kullanmamız gerektiğine değinmiştim. Lafızlar manaların kalıplarıdır ve kendilerinden hüküm çıkarmada yararlanılmaktadır. Konulduğu mana bakımından lafızlar (am, has ve müşterek). Kullanıldığı mana bakımından lafızlar (hakikat, mecaz, sarih vekinaye). Manaya delâletinin açıklığı bakımından lafızlar (açık olanlar, kapalı olanlar). Manaya delâletin şekli bakımından lafızlar (ibarenin, işaretin, nassın ve iktizanın delâleti) diye anılır. Lafız- mana ilişkisini kelamcılar, fıkıhçılar, hadisçiler, müfessirler, tasavvuf erbabı kendi ilgi alanlarına göre farklı farklı kullanmışlar. Lafzın manayla ilişkisi, delaleti, farklı anlamlarda kullanılmasının önemli alanları vardır ve bunlardan biri de mefhumdur. Biz de mefhumu-kavramı anlamaya çalışacağız. Kavram: Tdk: Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, konsept, nosyon. Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım. (Kubbealtı): Bir şey hakkında zihinde beliren genel düşünce, aynı cinsten bütün şeyleri temsil eden soyut ve genel fikir. Bir sözün veya kelimenin taşıdığı, ifade ettiği mana, anlam. Anlaşılmış olan, anlaşılan.
..... Bir şey hakkında umumi fikir, zihin veya düşünce tarafından kavranmış olan. İhata etme, kuşatma. İdrak etme, farkına varma. Söylenen sözün asıl anlamı yanında kastettiği diğer anlam. Kavram kavramaktan gelir. Bir şeyi tutmak, anlamak, ne anlama geldiğini idrak etmek... Kavramak aslı; (eklemek; yığmak) >ka-bmak>kab-(ı)r-â-mak> kav-ra-mak]tan gelir. Sıkmak. Bir şeyi sıkıca tutabilmek amacıyla tek veya iki elle birden yakalamak; elle sıkıca tutmak. (Çakır kuşu için) avını pençeleriyle yakalamak. Kapsamak. Bir şeyi bütün yönleriyle, eksiksiz ve doğru olarak anlamak; anlamını çözmek. Algılanan bir şeyi zihinde oluşturmak. ..... Mefhumun asıl kökü fehm; Bilmek. İstifham (soru sorma) da aynı kökten türemedir: Bir nesnenin bilmesini talep etmek. İfham: Bildirmek. Tefehhüm: Bir nesneyi şey'en fe-şey'en bilmek. (Bkz.Vankulu Lügati). Sözcüklerden yararlanma, bazen açık bir şekilde nutk cihetiyle, bazen de mefhum olarak adlandırılan tenbih (hatırlatma, ima) yönüyle olmaktadır. Birincisi mantuk (nutkedilmiş olan konuşulan dile getirilen) olarak, ikincisi mefhum olarak adlandırılmaktadır. Mefhûm kelimesi, "fhm" kökünden ism-i mef'ul olup, bir şeyin anlaşılması, akla yatması demektir. Mefhûm, sözlüklerde lafzın akla gelen ilk anlamı olarak da zikredilmektedir. Usulcüler: Bir lafzın nutuk (söz, kelam söyleyiş) mahallinde olmaksızın üzerine delalet ettiği şeydir. Mesela bir kimse "şu kitabımı sattım" dese bu söz o kitapta mülkiyet hakkının o kimseden zevaline delalet eder. Artık kitap onun değildir. Mefhum lafızla anlaşılacağı gibi zahiri mana dışında da anlaşılabilir. Yani kavram sadece dil kurallarına hapsedilemez. Dili de hesaba katarak daha geniş ve farklı bir anlam alanı açar. Onun için farklı ilim dallarının aynı kavrama aynı manayı vermesi gerekmeyebilir. Aynı kavramı fıkıhçı farklı kullanır, hadisçi farklı kullanır, kelamcı farklı kullanır. Onun için ilim yolculuğuna adım atanlar önce o ilmin kavramlarını o ilme has kullanımını bilmekle mükellef tutulurlar. Aynı lafzı kullanıyor olsalar da manaları farklı olabilir. Burada genel dil anlamı yetmez. Özel mesleki (konu) dili geçerlidir. Lafzın sözde zikri geçmeyen ve ifade edilmeyen bir şeyin hükmüne delâlet etmesi de mümkündür ve buna da mefhum denilir. Mefhumun usul-ü fıkıh açısından kullanımı çok mühimdir çünkü üzerine ahkam bina edilir. Ele alınan konunun kavramlarına iyi hakim olamayanlar kavramları konuluşlarından koparıp zevklerine göre kullanırlar. Bu ilk bakışta bir farklılık bir imtiyaz gibi görünebilir lakin erbabınca kaale alınmaz. Onun için ele alınan konunun genel kabul görmüş kavramlarıyla değerlendirmek en sıhhatli yoldur. Herhangi bir alanda ihtisas sahibi olmuş biri mevcut kavramların yetersizliğine şahit olur ve konuyu daha anlaşılır kılmak için kavramları zenginleştirme yoluna gidebilir. Bunda sakınca yoktur belki de gereklidir. Yahut kavramın doğru ve yerinde kullanılmadığına kani olursa o zaman kavramı yerli yerine oturtmak için önerilerde bulunabilir. Kavramın geliştirilmesi zenginleştirilmesi ve yeni anlamlar yüklenilmesi o kavramın diriliğini ve berhayat olduğunu gösterir. Genel manada dil de böyledir. Dili öğrenir, anlar, düzgün kullanırsınız, onu besler büyütür geliştirirsiniz. Kainattaki her şey böyledir, biz varlık âlemindekileri öğrenir, anlar yaşayış ve işleyiş biçimlerini kavrar onları besleriz. Öyle yaparsak ilgilendiğimiz ne ise o kendisini bize açar, bizim gelişmemize yardımcı olur. Biz dile, kelime ve kavramlara yardımcı olursak, onları doğru anlar ve yerli yerince kullanırsak o da kendisini bize açar anlamamıza yardımcı olur. Kelime ve kavramları camid ve ölü sayanlar kendi zihinleri de öldürürler veya dondururlar. Dil zamanla uyumlu olarak gelişir elverir ki ehil ellerde bu gelişimini sağlasın. Eğer naehil ellerde dil-kelime-kavram kullanılırsa konumundan koparılır ve heder edilir. Dile (kelime ve kavrama) ihanet eden düşünceye de ihanet etmiş olur. Kavramı kavrama, mefhumu fehm etme, lafzın inceliklerine vakıf olma, bize yeni anlayış ve düşünüş alanlarını açar. Dile dayanan bir düşünce hem kolay anlaşılır hem kalıcılığı korur. Dile dayanmayan düşünce ve tasavvurun karşılığı olmaz. O tür düşünceler havada asılı kalır, muğlaktırlar, küçük bir sarsıntıda yokluğa mahkum olurlar. ..... Dilin kullanım alanı hayatın kendisidir. Dili kullanan kişi toplumda, ilim dünyasında bir yer işgal eder. İşgal ettiği yerin kelime ve kavramlarını tam idrak edemezse vazifesini bihakkın ifa edemez. Mesela, müfessir, Kur'an ayetlerini tefsir ederken "Kur'an ilimlerini" ona ait kavramları çok iyi bilecek. Bu yetmez Kur'?an'ın hayata tatbiki olan Sünneti de bilecek. Bu da tam kafi gelmez, içinde yaşadığı çağı ve çağın anlayış ve yaşayışını da bilecek ona göre tefsirini yapacak olursa çok mühim bir vazife icra etmiş olacak. İşbu bu müfessir Kur'an ilimlerine dair kavramları, sünnete dair kavramları, toplumsal yapıyla alakalı kavramları, çağın geçer akçe olan düşünceye ait kavramları kendi bağlamlarında kullanırsa iyi bir müfessir sayılır. Davetçi, davetini icra ederken neyi davet ettiğini yani ana hatlarıyla İslam'ı, İslamî kavramları bilecek, muhatap kitlesini de bilecek onlara yani topluma ait kavramları iyice hazmedecek. Toplumun yanlış kullanılan kavramlarını tashih ederken nelerine karşı çıkması, nasıl karşı çıkması lazım geldiğini de bilecek. Bunlar da dilin kullanımına bağlıdır. Muhatap kitlenin anlamadığı bir dil kullanarak tebliğ-davet edilemez, edildiği kabul edilse bile karşılık bulamaz. Halkın din anlayışı, halkın düşüncesi diye küçümseyerek tebliğ kârdan çok zarar verir. Onun için muhatap kitlenin ne dediğini, nasıl dediğini halkın kullandığı kavramların ne anlama geldiğini önce bilecek davetçi. Sonra düzeltilmesi lazım gelenleri düzeltecek, itikada ters düşmeyen kavramlara dokunmayacak, itikadı bozan kavramları bertaraf etme cihetine gidecek. Bunları yapabilmesi için ciddi bir toplum tahlili yapması lazım. Toplumu tanıması, zihin işleyişini bilmesi lazım. Hitap ettiği kitle ile iletişim kurması için muhatabın diline vakıf olması gerekir, yok toplum kendini düzeltsin seviyesini yükseltsin kavramları düzgün aslına uygun kullansın derse kişi, o tebliğci-davetçi olamaz. O iş, o ameliye eğitimcilerin işi, onların ilgi alnıdır, davetçilerin değil. Onun için herkes kendi alanının dili-kavramı ile konuşmalıdır.
|