Varlığımızın Ardındaki Hakikat |
(19 Temmuz 2019, Cuma) İnsan üzerinde etkili olan ve insanı kendine çeken hiçbir şey düşünülemez ki, arkasında Allah bulunmasın. …. Kâinat bize bu hatırlatmayı yapacak Allah'ın âyetleri (işaretleri) ile doludur. Kur'ân, bize bu âyetleri, kısa ve özlü sözlerle hatırlattığı ve bizi uyardığı için bir ismi de "ez-Zikr"dir. (Elmalı Hamdi Yazır, Fatiha Suresi Tefsiri) Bedenimizin var oluşu sebeplere bağlansa da ardındaki gerçek sebep Yüce Allah’tır. Allah, ilk insanın yaratılışında, sebep olarak başka şeyleri halk etmiştir, insanı çamurdan yaratmış ona kendi ruhundan üflemiştir. Buradaki etki çok gizli değildir. Daha sonra bir ana-babadan dünyaya gelen insan, aslında gene yüce yaratıcının etkisi, izni ve iradesiyle olur. Ana-baba zahiri sebeptir, gerçek fail Yüce Allah’tır.
Varoluşunu Allah’a bağlamayanlar başka sebepler ve saikler aramışlar. Herkes kendince bir sebep bulmaya yeltenmiştir ama nafile. Allah’ın iradesi, izni, olmadan asla insan dünyaya gelemez. Alınan her tedbir de gene Allah’ın kuvvet ve kudreti dâhilindedir. Burada zahiri sebeplerle görünmeyen sebepler arasında bir bağa işaret vardır. Kâinatta var olan her şey Allah’ın bir ayetidir. Kâinattaki canlı cansız tüm yaratılmışlar birer ikaz ve uyarı mesabesindedir. Bizi ikaz ederler, derler ki, bak benim arkanda, beni yaratan bir el var, bu el; beni sen anlayasın ve kedini kontrol edesin diye yaratmış. Kainatta ayetleri okuyabilmek, anlayabilmek, fehmetmeye çalışmak; kainatın işleyişini de bilmeyi gerektirir. Kainatın ruhunu kavramak, onu yaratanın nasıl bir işleyişle kainatı işlettirdiğini de anlamaya çalışmayı gerektirir. Bu hususta meleklerin de vazifelerini hatırlamak ve Allah’ın onları ne ile görevlendirdiği üzerinde düşünmeyi icbar eder. Bunu kavrayamayan kainatın zahiri işleyişine takılarak her şeyi maddi alana çekerek yorumlamaya kalkışırlar. Mesela derler ki; melekler Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarıdır. Yüce Allah tabiata koyduğu cari kanunlar tabii ki vardır, lakin bizim anlamakta zorlandığımız görünmeyen başka ilahi kanunlar da vardır. Meleklerin vazifeleri gibi. Bu konular gayba girer, gayba dair bize ne kadar bildirilmişse o kadarını bilebiliriz. Ama şunu da biliriz ki bilgimizin ve ilmimizin ötesinde de bir var oluş vardır. Kainattaki işaretlerden ayetlerden anlayabilmenin bir diğer yönü tabiatla iç içe olmaktır. Çıplak gözle güneşe, aya, denize, ormana bakmaktır, seyretmektir, dokunmaktır. Toprağı saksıda görenler kainattaki hiçbir işaretten, ayetten anlamazlar. Gece- gündüzün peş peşe gelişini sadece mesai saatlerini düzenleme olarak anlayanlar, hayatı mesaiden ibaret görenler, saatlerine bakarak acıkanlar kainatın işleyişini de anlamazlar, ondaki hikmeti de göremezler. Kainat bizimle konuşur, bunu Yunus Emre iyi anlamış, börtü böcekle, kuşla, sarı çiçekle konuşmuş onların dilini anlamaya çalışmıştır. Kainat, kendisine ilgi gösterene sırrını açar. Buradan panteizme veya vahdet-i vücuda kapı aralanmamalıdır. Kainatın sırrını anlamaya çalışmayan, Kur’an ayetlerini ne kadar anlayabilir? Allah'ın hikmeti, bu konuda bize birçok mantıkî, akla uygun ve ruhî delilleri özetleyiverir. Doğru ve yanlışı birbirinden ayıran gözü / yani zahiri sebepleri ve gerçeği bize hissettiren, anlamamızı sağlayan kalbi bir arada kullanarak hayatiyetimizi sürdürebilirsek belki kâinatı ve Kur’an’ı daha iyi anlayabiliriz. Kendi özümüz, nefsimiz için de aynı hususlar geçerlidir. Bizim bir fiziki/bedeni tarafımız var bir de ruhî/manevi tarafımız var, bizi kontrol eden ilahi görevliler var; yazıcı melekler. Görevlerini aksatmadan her yaptığımızı kaydediyorlar, kayıtlar amel defterlerimize yazılır ve hesap gününde karşımıza çıkar. Hesap gününde inkâra kalkışacağımız vakit azalarımız dile gelir ve yaptıklarını tek tek anlatırlar. Beynimiz kontrolü kaybeder her aza kendiliğinden dile gelir. Bunlar görünmeyen ete kemiğe bürünmeyen ve fakat en gerçekten daha gerçek olan işlerdir. Bu ve benzeri hususların inkârı veya hafife alınması imanımızı sarsar. Görünmeyen ve hakikat olanı kuvvetlendirmekle görevliyiz. Lakin bu görevi ifa ederken zahiri ve görünür olanı merkeze koyarak yapabilmeliyiz. Zahiri sebeplerle deruni ve manevi hakikatleri birbirinden ayrılmayan iki varlık kabul etmeliyiz ki; itidalimizi muhafaza edebilelim. Bu nasıl sağlanır? Çok kolay olmadığını biliyorum, ama imkânsız da değildir. Zahiri dünyanın işleyişini olduğu gibi göreceğiz, hiçbir maddi ihtiyacı görmezden gelmeyeceğiz. İnsanın beşeri ihtiyaçların tümünü helal dairesinde gidermeye çalışacağız. Maddi ilerlemeyi kerih görmeyeceğiz. Görünmeyen yönleri de yok saymayacağız. İnsanın sadece beşeri bir yaratılışa sahip olmadığını, beşer/teninin yanı başında onunla atbaşı giden bir maneviyatının da olduğunu bileceğiz ve onu da anlamaya ve takviye etmeye çalışacağız. Bunun için de kâinatın ve insanın görünmeyen yönlerine de eğileceğiz. Bilhassa kendi özümüze ve içimize dönerek benliğimizi anlayacağız. Zaaflarımızı kuvvetlendiren ameller işleyeceğiz. Ruhi/ manevi deruni yanımızın neler olduğunu önce öğreneceğiz ve o konuda ihtiyaçlarımızı da tesbit edeceğiz. İnsanın sadece beşer veya sadece ruh olmadığını iyice anlayacağız ve ikisinin birlikte yaşayabileceği bir kişilik sahibi olacağız. Beşer – ruh kavgasını içimizde vermeyeceğiz. İç dinginlik, huzur, tatmin denilen şeyin, ruh- beden/beşer tarafını uyumlu kılabilmektir, demek abartı olmasa gerek. Kendisiyle barışık olmanın ilk adımı, kendini tanımak ve zaaflarını telafi etmekten geçer. Kendi benliğini, özünü gölgeleyerek, görmeyerek ötelere açılmak, insan hareket halinde iken iyi gider ama durduğu ve sakinleştiği an o iç boşluk açığa çıkar huzursuzluk baş gösterir. Dış hareket, zahiri durum, içten gelen bir istekle bir içsel yönlendirmeyle olursa, hem hareket halinde huzur var hem de sükûnet anında huzur var. Dış şartlar değiştiğinde huzursuz olanlar, dış şartların değişimini içsel bir motivasyonla yapamayanlardır. Dış, içten beslenirse verimli ve devamlı olur, ruhi/ manevi iç dürtüyle oluşmayan bir dış hareket şartların esiri olur. İçten gelen ve iç-dış dengesini uyumlu bir şekilde dengeleyen kişilik sahibi birinin bütün hareketleri kendisine huzur verir.
|