AKP Değerlendirmesi |
İlgilenen ve merak edenler için daha önce kaleme aldığım AKP ile ilgili yazıları tarih sırasına göre bir araya getirip sunuyorum. Bir AKP Değerlendirmesi (1) (30 Mart 2012, Cuma) AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla Türkiye’de yeni bir safha başladı. Bu yeni safha nasıl oluştu, hangi sosyal yapıya veya yapılara dayandı. Hangi dış güçle dayanışmaya girdi, hangi siyasal yelpazede yer aldı? Bu siyasal yelpazeyi sadece Türkiye içi siyasal yelpaze olarak anlamamak gerekir. Dünya siyasî durumalışı ile AKP’nin siyaset gütme mantığı aynı mıdır? Yoksa farklı mıdır? Bu soruların cevabı verilmeden dahası bu sorular sorulmadan AKP’nin siyasetini anlamak zorlaşır. Ayrıca Türkiye Müslümanları olarak AKP’den önce nasıl bir hareket tarzımız vardı bugün nasıl bir hareket tarzını gütmekteyiz. Daha da derin ve acı bir soru sormalıyız? AKP’den önce ve AKP döneminde Müslümanların çizdiği ve açık olan bir hareket seyri var mıydı veya var mıdır? Yoksa yol bulamayan ve açmaza girenlerin yaptığı gibi AKP’yi suçlayarak kendimizi temize çıkarma ameliyesi mi sergiliyoruz? Türkiye’nin 1950’li yıllarda girdiği uluslararası ittifak, artık bugün miadını doldurdu mu? Bunun dışında bir arayış var mıdır? Yani NATO’dan çıkmalı mıyız? Oluşan uluslararası kampların dışında bir kamp oluşturma gücü ve iradesini gösterebiliyor muyuz? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün, lâkin işin aslı ve özü şu ki; Müslümanlar dünyaya yeni bir siyaset öneriyorlar mı önermiyorlar mı? Dünyanın genel gidişatına uyarak siyaset yapmak AKP’nin siyasetini benimsemek demektir. Hem dünya genel siyasetini onaylamak hem de AKP’yi yerden yere vurmak anlaşılır değildir. Okuyucudan acele etmemesini, yazının sonunu beklemesini isteyeceğim. Çünkü biraz zülf-i yâre dokunacağım ve bazı marazlara da değineceğim. Siyasî arenada yer bulamayanlar/AKP içinde siyaset yapma imkânını bulamayanlar, fırsatı kaçıranlar, AKP’den bekledikleri maddi desteği bulamayanlar ve uluslararası sahada başka mihraklarla iş tutanlar ile AKP’nin yapıp ettiklerini samimi olarak değerlendirenleri mümkün mertebe ayırmak istiyorum. Bu ayırımı sağlıkla yapabilmek zordur. İki türlü zorluğu vardır. Birincisi, kimin AKP ile veya başka çevrelerle bilinmeyen irtibatı var bu bilinemez. İkincisi, samimi olarak yanlışlara işaret edenlere yafta hazır; beklentilerine cevap vermedi onun için böyle davranıyor? denilir. Bu kapalılığı da hesaba katarak ve bu hususta yanlışlar yapmayı da göze alarak bazı mülahazalarda bulunma gereği duymaktayım. Tekil zamir kullanıyorum bunun tevazua zarar vereceğini bile bile yapıyorum, bunlar benim zatî düşüncelerim ve tespitlerimdir, başkasına yanlışım bulaşmasın diye böyle davranıyorum. AKP, Cumhuriyet tarihi boyunca zulme uğradığına inanan, erke yaklaştırılmayan, dışarıda kalmış insanların partisi olarak siyaset sahnesine çıktı. Milli Görüş çizgisinin devamı olan bir partidir, istediği kadar bunun dışında olduğunu söylesin. Belki AKP kurucu iradesi “Milli Görüş” gömleğini çıkarmak istiyor da olabilirler fakat halk nazarında öyle değildir. Halk, AKP’yi; MSP, RP tecrübesinden ders çıkararak yeni ahvale göre siyaset yapan bir parti olarak görüyor. Bu görüş 1950’den beri Türkiye Müslümanlarının ana gövdesini oluşturur. Dolayısıyla kırk-elli yıllık Müslümanların birikimi de bu partinin bünyesinde yer almıştır. AKP, biraz da Türkiye Müslümanlarının serüveninin de göstergesidir. Sistem dışı yapılanmalarla yola çıkıp AKP’de siyaset yapmak, beraberinde riskleri de getirir. Hem sistem dışı kalmaya çalışmak hem de AKP içinde yer almak bazı siyasileri zora sokmuştur. AKP’de siyaset yapmakla İslâmî mücadeleyi aslına uygun yapmayı aynı şey sanma yanlışı burada kendini gösterir. Bu hal tüm ideoloji sahipleri için böyle sıkıntıları içerir. Şu an Kürtlük davası güdenlerin de içine düştüğü açmaz budur, yani hem silahlı mücadele yürüteceksiniz hem de siyasî parti kurup siyaset yapacaksınız. Bu çelişkili durum kimi Müslüman çevreler için de söz konusu, hem mevcut sistemi değiştirmeyi ve yerine İslâm adaletine dayalı bir dava güdeceksiniz hem de mevcut mer’i laik, Kemalist sistemin bekçiliğini yapacaksınız. Bu dilemmayı çözmenin yolunun en hafif şekli; İslâm’ı yeni bir yorumla çağın ihtiyaçlarına cevap verme diye başlamak ve sonunda İslâm’ı mer’i işleyişe ve dolayısıyla uluslararası işleyişe entegre etmektir. AKP, başlangıçta “Milli Görüş” tabanına dayandı, fakat Erbakan’ın sert eleştirileri ve AKP’de siyaset yapmayan veya yapamayanların tenkit, iftira ve sıkıştırmaları, AKP’yi yeni bir taban arayışına itti. Yeni taban arayışı sadece bununla sınırlı değildi ama asıl sebep buydu. Bunun için tabanı olan Türkiye’deki tüm kuruluşlarla irtibata geçti, bunun en bariz örneği Fethullah Gülen Cemaati’dir. Daha önce “Milli Görüş” siyasi çizgiye karşı olan, aleyhinde çalışan bu hareket yenilikçilerin içinde yer almaya başladı. Dünyada bağlı bulundukları kamp saf dışı kalan kimi solcu ve liberaller de AKP, halk tarafından tutulunca burada yer aldılar ve ciddi manada etkili olmaya başladılar. Sol ve liberaller, bir taraftan kendi düşüncelerini AKP üzerinden gündeme getirme ve kendilerini muhafaza etmeye çalıştılar, diğer yandan AKP’yi de “Milli Görüş” çizgisinde uzaklaştırmak istediler. Gerek Cemaat ve gerekse sol-liberal düşünce sahipleri, bunu bile isteye mi yaptılar yoksa birilerinin yönlendirmesi ve isteğiyle mi yaptılar. Bu hususta kör ve karanlık noktalar halen mevcuttur. En azından benim nazarımda bu böyledir. AKP iktidar olduğu günden beri iç siyaset ile dış siyaseti iç içe girdirerek hareket ediyor. Yani Türkiye’nin iç problemlerini dış dünyada elde ettiği başarıyla çözmeye çalışıyor, hal böyle olunca; dışa bağlılık artıyor.
(6 Nisan 2012, Cuma) Bugüne kadar Türkiye, sadece içe yönelik bir siyaset güderek hayatiyetini sürdürdü, AKP iç dinamiklerle dış dünya arasında uyumlu bir yol izleyerek bu icraatı değiştirdi. Tabii bu yeni tarzı hazmedemeyenler, partiyi sapmakla, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasını rayından oynamakla ve kamp değiştirmekle suçladılar. Aslında bu bir kamp değişikliği değil dünyanın genel gidişatına uymaktı. Yeni siyaset eski mantıkla yürütülemeyeceği gibi eski kadroyla da bu işi kotarmak mümkün görünmüyordu. Bunun için bir kadro değişikliğine gidildi. AKP’nin yeni siyaset tarzı ne Demirel’in siyaset tarzına benzer, ne Özal’ın siyaset tarzına benzer ne de Erbakan’ın siyaset tarzına benzer, bu yönüyle kendine aittir ve gerçek manada yenidir. Çünkü dünya eski dünya değildir. Bugün ABD’nin de Rusya’nın da Çin’in de, Almanya’nın da Fransa’nın da ...siyasetleri 1980’li yılların siyaseti değildir. Tüm dünya yeni siyasete göre silbaştan ittifaklar kuruyor, bu ittifaklara uygun siyasî aktörler çıkarıyor. Türkiye dünyanın yeni siyasî havasına uyum içerisinde olmaya çalışıyor, hâlbuki bazı güçlü ülkeler bizzat bu yeni siyaseti ortaya koyuyorlar, dünyada yeni siyaset nasıl olması lâzım onu kurguluyorlar, kim kiminle ittifak edecek belirlemeye çalışıyorlar. Bu hususta belki Türkiye’ye bölgesel bir inisiyatif verilmiş olabilir, bunu kendi oyun kuruculuğu olarak lanse etme uyanıklığını yapıyor. Yeni rol, Ortadoğu ve İslâm dünyasıyla alakalı ve Ortadoğu halkı Müslüman, bu da İslâm’ı, dini bilen, dini literatüre vakıf olan bir kadroyla ancak olabilir. Cumhuriyet tarihi boyunca devlet imkânlarıyla yetişen kemikleşmiş kadro bundan uzak ve zihin yapıları ıslaha da elverişli değil. Onun için Müslümanlara ihtiyaç duyuldu ve devreye sokuldular. Başka türlü olabilir miydi? Bu ahvalde başka türlü olamazdı, çünkü Türkiye 1920’lerdeki gibi medeniyet dairesini değiştirmedi. Sadece dünyanın durumalışına uyum sağlamaya çalışıyor. Yenidünya da arayış içinde, bu arayışlar sürerken Türkiye gibi kilit noktadaki bir ülke es geçilemez. Önemsenmesi lâzım, hem coğrafya olarak bulunduğu yer itibarıyla, hem devlet tecrübesi irtibatıyla, hem de 50-60 yıllık batıyla olan işbirliğinin getirdiği tecrübe ve güven itibarıyla batı tarafından vazgeçilemez ülke haline geldi. AKP bunları görerek ve hesaplayarak yeni siyaset çizgisini yürütüyor, bu yürütüş İslâmî bir duruş veya şer’i bir yapılanma değildir. Dindarlıkla İslâmilik aynı anlama gelmeyebilir, örtüştüğü yerler diğer ideolojilere göre daha fazla olabilir ve fazladır. Ama bu mahza İslâm değildir. Burada yanılgı ve aşırı bir beklenti oluşuyor. Hem Müslümanlar hem de diğer kesimler olup bitenleri İslâm dininin tüm hayata hâkim kılınacağına inanıyorlar veya öyle dillendiriyorlar. Her iki kesim de AKP’yi değerlendirirken tenkitlerini bu esasa bina ediyorlar ve iki kesimde sonunda böyle olmadığını görünce dünyaları yıkılıyor. Müslümanlar, İslâmî açıdan yerden yere vuruyorlar, dersin ki şeriat devleti kurulmuş ve AKP dinin emirlerine tam uymuyor. AKP de bütün bu farklılıkları bildiği halde Türkiye Cumhuriyeti’nin İslâmî bir devlet olmadığını açıkça beyan etmiyor. Başbakan bazen CHP’nin din dışılığına o kadar yükleniyor ki dersin şer’i bir devletin halifesi. CHP, BDP benzeri partiler de AKP’nin icraatlarını eleştirirken buradan saldırıyor, bu hal AKP’yi Müslüman halk gözünde büyütüyor. Diğer partiler varlıklarını 1920-50 arası dünyaya bağlamış durumundalar. O devir kapandı, sadece o devir değil, 1980’li yılların devri de kapandı. 2012 yılına göre siyaset üretemeyenler AKP’yi dincilikle suçluyorlar, kamp değiştirmekle suçluyorlar. Müslümanlara gelince onlar da 1980’nin dilini kullanarak AKP’yi suçluyorlar veya İslâm AKP’nin yaptığından ibarettir daha ne istiyorsunuz diyorlar. Buna devam edeceğim, sabır! Bir AKP Değerlendirmesi (3) (13 Nisan 2012, Cuma) Sol Siyaset ve AKP Siyaset sahnesine çıktığı halde dünyayı iyi okuyamayanlar, kendi durumlarını değiştireceklerine suçu hep dışarıda arıyorlar. Bunların en tipik örneği CHP’dir. Varlığını başkasının yanlışı üzerine bina eden bu siyasi hareket, hem Türkiye’nin kaderini elinde tutmak istiyor hem de bulunduğu halin neye tekabül ettiğinin farkına varmıyor. CHP, 1900-1950’li yılların partisi idi, elan da öyle davranmak istiyor. Zaman zaman bu aykırı ve devre dışı kalmış anlayışını fark ediyor, bir hamle yapmaya kalkıştığında içlerinde derin, yüce bir ses ve irade devreye girerek tekrar eski durumuna irca ettiriyor. CHP, kim ne derse desin İttihat ve Terakki’nin en uç batıcı ve din dışı tarafını temsil ediyor. Onlara göre en kötü İttihat ve Terakki Enver Paşa çizgisini sürdüren vechesidir. Halbuki İttihat ve Terakki en az zararlı tarafı o cephesidir. CHP kurulurken yani cemiyet olan İttihat ve Terakki kurulurken, gizli ve illegal olarak kuruldu. Refleksleri, topluma bakışları, bilgilenme biçimleri, dünyayı algılamaları dar ve ötekileştiriciydi. Bu ruh halini taşıdığı için İttihat ve Terakki iktidar oldu onlar gene çetecilik ve dar örgütçülük yaptılar, Cumhuriyet kuruldu CHP devlet oldu ama gene dar ve kısır örgütçülüğe devam ettiler. Tüm ülkeye hakim oldular ama tüm ülkeye hizmet etmediler, tüm ülkeye özgürlük getirmediler, halkı eşit kabul etmediler. Halka hizmet yerine halkı dönüştürmeyi yeğlediler. Halk zımnen bu böyle değil bizim kimliğimizle oynamayın, bizi olduğu gibi kabul edin veya bizimle anlaşmaya varın dediyse de sadece bir şeyler dayattılar kabul edenler halk sayıldı, kabul etmeyenler baği addedilip icabına bakıldı. Milleti susturdular sandılar ki halk kendilerine inanmış. Ortalık biraz sakinleşince yılların hesabını ağır ağır sormaya başladı. Millete ve değerlerine yabancılaşmayı bir faiklik saydılar, konumlarını kaybedince, yeni yeni konumlar elde etmeye çabaladılar. Despotluk bitince, demokratlık yapmaya başladılar, demokratlık bitince liberallik yapmaya başladılar. CHP’nin ve genel manada solun bu ülkede söyleyeceği kayda değer bir sözü kalmamıştır. Müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıp duruyor. Ülkeye ve insanlığa gerekli olan adil kazanım, adil bölüşüm ancak yeni bir ruh ve heyecanla olabilir bu da sol değildir. Ötekileştirme ile adalet aynı şeyler olamaz. Adil olmak önce hangi kıstasla yola çıkacağını beyan etmekle olur. Solun tüm dünyada ilham kaynakları tükenmiştir, sadece siyasette değil, sanat ve edebiyatta da bu böyledir. Sol artık şiir bile yazamaz olmuştur. Sadece hatıralarıyla avunuyor, 12 Eylül’de şu kadar eziyet gördük… bu edebiyatı da kendilerine yontarak yapıyorlar. 12 Eylül’ü hazırlayanlar sağcılar ve solculardır. Sağ ve sol hem 12 Eylül’ün müsebbibi hem mağduru, katillerini seven alicenap insanlar. Dünyaya sol lâzımdır diyenler, İslâm adaletinden bîhaber olan nasipsizlerdir veya ilahi olana, yerli olana, fıtrî olana acabası olanlardır. Türkiye solu saydıklarımızı fazlasıyla temsil ediyor. AKP için sol iki yönüyle gereklidir. Birinci yönü siyaset üretememenin rahatlığıdır, zorlanmadan memleketi idare ediyor. Çünkü ayakları yere basan bir muhalefet yok. İlke ve inkılâplara sarılarak siyaset yapmaya çalışıyor, yerli halkla, yerli düşünceyle, ülkenin tarihiyle alakası kopuk. Tarihleri Cumhuriyet’le başlıyor. Halbuki; kahveci Mehmet efendi, Hacı Şakir sabunları, Vefa Bozacısı bile Cumhuriyet’ten daha kadim. Kendini ve zihin yapısını bu kadar sınırlayan bir CHP, rakipleri için iyi bir eşleşme. Sağ ve AKP Sağdan kastım MHP çizgisi, milliyetçi muhafazakâr hattır. Bu manada sağın varlığı sola bağlıydı, sol gerileyince sağ da geriledi ve ikisi de aynı açmaza girdiler. Sağ kadro AKP’ye geçti, çünkü artık devlet AKP olmuş durumda. Sağ için aslolan devlettir, kutsal olan da devlettir, devlet kimin elinde olursa o meşrudur. Şu an AKP sağın bu tarafını iyi kullanıyor. Burada devletin yeni reflekslerini iyi kavrayamayan sağ hırçınlaşıyor, ama refleksi iyi anlayanlar yerlerini çoktan almış durumdadırlar. Sağ ile AKP arasındaki en kırılgan nokta Kürt siyasetidir. Devletin yeni Kürt siyasetini kestiremeyen sağcılar ile statükodan nemalanan sağcılar AKP’ye cepheden saldırıyorlar. AKP de bu taraflarını abartarak ortadaki genel kitleyi kendine çekmeyi başardı. Böyle devam ederse daha da büyüyecek. Bir nokta daha, sağ ve sol hem yenidünyayı okuyamıyorlar hem de İslâm dünyasının nasıl olduğunu fark edemiyorlar. Bu iki ana körelme ikisini de devre dışı bırakıyor.
(27 Şubat 2015, Cuma) Dünya sistemi 1990’ın başında makas değiştirmeye başlamasından sonra Türkiye, kendine yeni bir rota çizmek zorunda kaldı. AKP’nin iktidara gelmesiyle bu yeni yol haritası, uygulamaya koyulmaya başlandı. Bu yeni durum, çokça tartışmalara vesile oldu, makul bir değerlendirmede bulunabilmek maksadıyla bazı konulara temas ettik umarız hayırlara vesile olur. Son zamanlarda sıkça dile getirilen; İslâmcılar AKP’nin arka bahçesi durumuna düştüler, hükümetin icraatlarını ve genel siyasetini doğru değerlendiremiyorlar, sadece hükümetin hoşuna giden işler yapıyorlar ve hükümeti memnun etmek için fikir üretiyorlar. Yanlışlarını görmüyorlar. Eleştirmeleri gereken icraatlarını gündeme getirmiyorlar, her gün yeni bir tezgah gündeme taşıyarak -Ergenekon, paralel yapı, darbe girişimleri… ülkeyi felakete sürükleyen siyasetini örtüyorlar. Dahası, bunları dile getiren bazı şahısların da sesini kısıyorlar, kesiyorlar. Yandaş -Kartel medyası olmayan- medya üzerinden bir karşı kumpas kurarak, arkasına hükümet gücünü de alarak istedikleri gibi bir atmosfer oluşturuyorlar. Bunlar ve daha benzeri çokça iddialar ve değerlendirmelere şahit oluyoruz. Buna karşı hükümet yanlısı olanlar, meselenin hükümet meselesi olmadığını, mesele; memleket- millet meselesi, dahası topyekûn bir ümmet meselesi olduğunu dile getiriyorlar. Müslümanlar, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen zaman zarfında eşit haklara sahip olamadılar, daima horlandılar, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutuldular. Başörtüleri yasaklandı, sakallarıyla/kıyafetleriyle alay edildi, inançları, düşünceleri ötekileştirildi. Ülke haini, vatan düşmanı, işbirlikçi ve aklı çalışmayan yaratık muamelesini gördü. Bunu yapanlar ülkenin tüm imkânlarından yararlandılar, iktisadi olarak Müslümanların önünü kestiler, eğer ticaret yapıyorsanız, sanayici iseniz, mutlaka dine dindarlara karşı durmanız ve cephe almanız mecburi idi. Okumak istiyor idiyseniz, laik bir hayat sürmeniz gerekecekti, Müslümanlığın vecibelerini yerine getirerek üniversitede hoca olamazdınız. Başınız örtülü, sakallı veya beş vakit namaz kılıyor idiyseniz, kapıcı veya hizmetli olmanıza müsaade edilirdi. AKP bunu kırdı ve fırsat eşitliğini getirmeye çalışıyor daha tam sağladığı da söylenemez. Müslümanlar pozitif bir ayrıcalık/ayrımcılık istemiyor, sadece eşit insan, eşit vatandaş eşit imkân istiyor. Bu durum, ülkeyi kendi mülkü görenlere ağır geliyor, kendilerini adı geçen Müslümanlarla denk görmeyi bir düşüş, bir mevkii kaybetme olarak görüyorlar. Müslümanlar bu ülkenin tarihiyle, coğrafyasıyla, insanıyla, geçmişiyle barışmak ve köksüzleşmeyi önlemek istiyorlar. Müslümanlar kendi kalarak bu ülkede söz söylemek istiyor, namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek, faizsiz bir hayat sürerek yaşamak istiyor. Kimsenin yaşantısına da karışmıyor, ama fikrini, düşüncesini, itikadını açıkça ve engel tanımadan topluma sunmak istiyor. Demokrasi dediler, Müslümanların bir kısmı itikadi bazı riskleri göze alarak o yola da başvurdular, ama karşı tarafı razı etmek mümkün değil. En son Fransa’daki olaylarda gördük ki Müslümanların kutsalına bu ülkede de hakaret etmeyi kendilerine vazife sayan çevreler var. Müslümanlar, bu ülkede kendi değer yargılarına sahip çıkarak yaşamak istiyor, kimse zinde güçlerden medet bekleyerek önlerini kesmeye kalkışmasın. Doksan-yüz yıllık siyaset yürümüyor; laikler, Kemalistler, ateistler, yerel gavurlarbunu görmeli ve Müslümanca yaşamak isteyenlere alışmalıdırlar. Bu ülkenin toprağı, tarihi, öz kimliği İslâm’a aittir eğer bunu görmez veya Müslümanları/dinini yaşmak isteyenleri tekrar dışlarlarsa, olacakların sorumluları kendileridir, onlara Fransız jakobenleri de ABD uşşakları, İsrail Siyonistleri de fayda sağlayamaz, burada ve yan yana yaşamak zorundayız, adı geçen çevreler de bunu bilmeli ve buna alışmalıdırlar. Adı geçen zümrelerin (laik, Kemalist…) AKP’ye karşı çıkışları, ülke menfaati için değil hükümetin ülkeye sahip çıktığı içindir. Bu ülkenin ilanihaye başka ülkelere bağlı kalmasını istemiyoruz. Ama öyle yerden ve gerekçelerle AKP’ye saldırılıyor ki ülkesini seven herkesi AKP’ye sahip çıkmaya zorluyorlar. AKP’nin yanlışlarını onlar örtüyor, İslâmcılara eleştiri ortamını bırakmıyorlar, ABD adına, İsrail adına, Fransız tarzı İslâm karşıtı düşünceleri adına, saldırıyorlar. Halka, halkın itikadına parti adına saldırıyorlar, bu da AKP’nin işine yarıyor. AKP veya bugünkü hükümet, artık eski siyaset tarzıyla ülkenin idare edilmesinin mümkün olmadığını gördü ve yenidünyanın durduğu veya geldiği yeri de hesaba katarak bir siyasi atakta bulunuyor, gelinen yer itibarıyla “ya yeni hal veya izmihlal” eski hali muhal olarak görüyor. İzmihlali kimse istemez ama yeni hali de anlamakta zorlananlar, anlamak yerine saldırıyla mevkii elde etmek istiyorlar. Sadece karşı çıkıyorlar, İslâmcılar sadece karşı çıkma merhalesini aşarak gelecekte ülkenin ve dünyanın gideceği istikameti düşünüyor onu tartışıyorlar. Bu yönde çalışmak AKP ile alakalı değildir, insanlığın, İslâm’ın ve ülkenin geleceğiyle alakalıdır ve Müslümanlar bu konuda söz söyleme ve teklifte bulma hakkını kullanıyorlar. Gerçeği söylersek bugün dünyada batılı ve doğulu emperyalistlere karşı çıkış sadece ve sadece Müslümanların işidir. Diğer sol-sağ, ulusalcılar miadını doldurdu, yere çakılmışlar, İslâmcıları da beraber yere çakmak istiyorlar, en azından seslerini kısmak istiyorlar. Ellerindeki gücü Müslümanların önünü kesmek için kullanıyorlar, bir açmazı açmak veya bir probleme çare bulmak diye bir gayretleri yok. Tüm imkanlarını AKP’yi tenkide ve yanlışlarını bulmaya yahut yanlış yaptırmaya harcıyorlar. Bu ruh halinden bir açılım beklenmez. İşte burada İslâmcıların tamamını AKP safında göstererek, ileri sürülen düşünce ve önerilen önerilerin bütününü de AKP’nin arka bahçe ürünü diye yaftalayarak toplumla İslâmcıların teklifleri arasına barikatlar kuruyorlar. İslâmcılar bütün bunların farkında ve ona göre bir dil geliştiriyorlar, bu da yeni bir anlayıştır. Bu kadim anlayış ve yeni söylemi, Türkiye’deki sol-sağ, ulusalcılar ve derincilerin anlayamadığı ve kabullenemediği bir durumdur. Türkiye’de ilkelere bağlı istikamet üzre yürümek oldukça sıkıntılı ve bedel isteyen bir durum. Çünkü kim kimdir? Neyi niçin savunuyor veya karşı çıkıyor çok açık ve sarih değil. Kamplaşmaya karşı çıktığını söyleyen erbab-ı kelam ve kalemin kahir ekserisi, bir kamp adına konuşuyor. Normal olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Hem siyasi atmosfer olarak, hem fikri ortam olarak, hem ahlâkî ortam olarak bir kargaşa var. Sanki yeniden bir dünya kuruluyor ve herkes bu yeni oluşumda kendine bir yer edinmek veya alan açmak için var gücüyle gayret ediyor. Aslında çalışıyor da diyemeyiz bir şeyler kapmak veya kaptığını kaybetmemek üzre canhıraş bir çaba içinde. Bu toplumsal savrukluğun, yere basmayan düşünce ve varoluşların sebeplerine inilmeden geçici kamplaşmalar, taraf tutmalar kalıcı iz bırakmaz ve normalleşmeye de katkı sağlayamaz. Hangi ideoloji ve düşünceye sahip olunursa olunsun, kendine ait değer yargıları olmayan ve orta yerde durmaya çalışan mütevazı insanların büyük iddia sahibi gibi davranması ve kendini o yetkinlikte görmesi problemin ana kaynağını teşkil eder. Bağlı bulunduğu havzanın tarihi köklerine inerek oradan bugüne meydana gelen gelişmeleri ve tarihi seyri takip ederek oturtulmuş bir fikir atölyesi ve bu atölyeden çıkmış kültür mirasına malik insan sayısı maalesef yok denecek kadar az. İlk önce devlet ve millet farklı kulvarlarda yürüyüşünü sürdürüyor/du. Devlet batı medeniyet dairesine girmiş lakin bunu açıkça adını koyarak ve ne manaya geldiğini de olduğu gibi göstererek halkına ilan etmemiştir. Çok müphem bir tarzda belli belirsiz ilan etmiş. Kapalılığın ve muğlaklığın birçok sebebi sayılabilir. Ama ana hatlarıyla ve bizi ilgilendiren yönüyle değinmek gerekir. Bugünkü muğlaklığı Osmanlının gerilemesinden veya inkırazından sonra medeniyet havzasını değiştiren devlet ile buna direnen ahali ve bazı aydınlar arasında bir farklılık olduğu aşikar. Bu farklılığın getirdiği kamplaşmada devlet ana gövdeyi oluşturuyor, muhalif duranlar tali bir durumdadırlar. Devlet eliyle bağlı bulunduğu medeniyet ve kültür havzasında meydana gelen kırılmayı hafifletmek ve halka kabul ettirmek için Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslâmlaşmak” teslisi öne sürüldü ve yeni devlet Hristiyanlığı çağrıştıran bu anlayışla 1950’li yıllara kadar idare etti. …. Devletin bu tuhaf duruşu 90-100 yıl gibi kısa zamanda içinde açmaza girdi. Bu açmazını açmak ve önünü görebilmek adına yeni hamlelere girişti. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini yeniden sorgulamaya veya yeni şartlara göre gözden geçirmeye başladı. Bu gözden geçiriş, ilkeli ve imanî bir kalkıştır demek güç, gene devletin âli menfaati ana merkezdedir. Devlet açısından bu inişli çıkışlı gidişat anlaşılır olabilir, ama itikat sahibi, ahiret merkezli düşünen Müslüman halk için bu böyle değildir. İnanışın da karşı çıkışın da bir gerekçesi olmalıdır. Halkın kabul veya ret gerekçesiyle devletin kabul ve ret gerekçesi bir olmadı. Çünkü Türkiye’de devlet halk için/millet için var olmaz, halk devlet için vardır. Asıl olan devletin bekasıdır, halkın düşünce ve inanışına uyup uymaması çok önemli değildir. Her şeyi tepeden değiştirmeye alışan devlet ricali (bürokratlar-akademisyenlerin bir kısmı, aydınlar…) bugün dahi aynı yolu izliyor diyebiliriz. Hükümete karşı çıkanların büyük kısmı da eski devlet refleksiyle karşı çıkıyor. Sanki önceki dönemin hükümetleri ile AKP muhalifleri yer değiştirmiş, AKP hükümeti öze dönmeyi, tarihe ve coğrafyaya sadık kalmayı, devlet- millet kaynaşmasını sağlamayı; buna karşımuhalifler de devlet halkla barıştığı için karşı çıkıyor. Devlet- millet kaynaşmasında yer alamayanlar, yeni ve yapay bir muhalif halk/ kitle oluşturma derdinde. AKP, kaypak bir zeminde, oturmamış ve ne istediğini bilmeyen bir muhalefetin hüküm sürdüğü bir ortamda, siyaset güdüyor. İslâmcıların durduğu yer ve kültür havzası belli, ya onlara karşı çıkanların durdukları yer ve dahil oldukları havza belli mi? Şahısların ve varsa farklı kesimlerin her biri kendisi olmalıdır, kendisi olmak, mevkiine uygun giyinmek veya mevkiinin verdiği güçle topluma üstten bakmak değildir. Hangi medeniyet ve kültür havzasına dahil ise ona uygun düşünmek ve davranmaktır. Bu becerilebilirse belki bir oturmuşluk sağlanabilir. AKP, batı medeniyet havzasıyla İslâm medeniyet havzasını kararak bir yeni anlayış ileri sürüyor intibaını veriyor. Bu intiba tam net değil fulüdür. Bir yönüyle batıyla hesaplaşma çizgisini sürdürüyor diğer yönüyle batı değer yargılarını tüm insanlığın ortak ve vazgeçilmez değeri olarak görüyor ve savunuyor. Bu çelişkiyi anlamak hem kolay hem zor. Kolaydır; çünkü güçsüz bir devletin yekten batıyla hesaplaşması zordur. Bunu merhale merhale geliştirerek güçlendikçe mevki elde ederek yol yürüyor, diye anlamak mümkün. Zordur; batı değer yargılarını yargılama, sorgulama sadece söylem bazında mevcuttur, Avrupa birliği serüveni ülkeyi batıya bağlama projesidir. Bu projenin öncülüğünü yapan AKP batıyla on sene yirmi sene sonra hangi geri beslemeyle hesaplaşacak. Aslında batıcılar AKP’ye niye karşı çıktıklarını anlayamıyorlar, AKP siyasetiyle halk Batılılaşırsa en çok onların işine yarar. Demek feveranları başka sebeplere dayanıyor. Acaba onlara göre bu batılılaşma serüveni AKP tarafından istismar edilerek İslâmî bir alan açmaya matuftur da onun için mi bağırıp çağırıyorlar. Türkiye’de tecrübeyle müşahede edildi ki; halka mal edilmeye çalışılan projeler değişerek, değiştirilerek uydurularak şekil değiştirir ve toplumun karakterine bürünür. Ondan sebeptir ki Batılılar ve batıcılar, Avrupa birliği serüvenini halkın bağrında yetişenler eliyle olmasından endişe duyuyorlar, AKP’den devralarak Batılıların istediği gibi yürütebilen bir kadroya vermek istiyorlar. AKP hükümeti, çevreden gelerek merkeze doğru hızla ilerliyor hem merkezi değiştiriyor/bir çeşit bozuyor hem de Anadolu insanını değiştiriyor. Bu iki yönlü muamele, hükümete karşı hem tasvibkar tavra vesile oluyor hem de düşmanlığa sebebiyet veriyor. Bu dönüşümde AKP’ye batılılar tam güvenmiyor. İslâmcıların AKP ile imtihanı en zor olanıdır. Karşı çıkarlarsa yıllar yılı dine dindarlara karşı olanlarla aynı kefeye düşecekler. Sadece içeride değil dışarıda da aynı durum sözkonusu, biricik düşman olan ABD ile AKP’nin son farklılaşması, AB ile restleşmesi, en önemlisi İsrail ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi, bölgede İslâmi cemaatlere sahip çıkması, devletin âli menfaatlerini de zedeleyecek şekilde Esed’e karşı oluşu, Mursi’yi desteklemesi… Ayrıca yıllarca ilham kaynağı, bilgi elde etme yol-yöntemi, davet etme tarzını benimsedikleri ve çokça yararlandıkları İhvan, Cemaat-i İslâmî gibi köklü teşkilatların AKP’ye, siyasetine bakışları ve hükümetle olan ilişkileri de İslâmcıları zorluyor. Bir şeylerin ters gittiğini de görüyorlar, dışarıdan bakanlarla aynı yerden ve aynı değerler üzerinden bakmıyorlar. AKP hem İslâmi referansları kullanıyor hem de demokratikleşmeyi önemsiyor. Bu da başka bir açmaz, İslâmcıların bir kısmı hükümetle aynı dili kullanarak demokrasiyi de İslam dışı görmemeye başladı. Hâlbuki bugüne kadar demokrasi ile İslâm’ın asla barışamayacağına inanılırdı. Bu da İslâmcılar arasında ciddi farklılıklara ve ayrışmalara sebebiyet veriyor. İslâmcıların bir kısmı AKP’yi dünyada Müslümanların haklarını koruduklarını savunarak hatalarını sineye çekebilmeliyiz diyor, diğer bir kısmı da AKP hem uluslararası sistemi savunuyor ve takviye ediyor hem de içeride İslâmî olmayan idare biçimini meşrulaştırıyor diye eleştiriyor. Hükümetin icraatlarını değerlendirme biçiminde de farklılıklar var; kimi AKP’nin icraatlarını İslâmî nasları merkeze koyarak değerlendiriyor, kimisi de mevcut mer’i hukuka göre yapıp ettiklerini değerlendiriyor. Bu hususta hem AKP’nin hem de değerlendirenlerin gerekçeleri sağlam değil. AKP bir yandan İslâm’ı merkeze alarak söylem geliştiriyor öte taraftan ise İslâmcı bir parti olmadığını açıkça beyan ediyor, bu çelişkili durum devlet açısından anlaşılabilir ama İslâmcılar nezdinde ise zihin karıştırıcıdır. Dünyanın umumi ahvali göz önünde bulundurarak olayı değerlendirenler, İslâmî nasları gündeme getirmeden hükümeti istemeyerek arkalıyorlar. Umumi ahvali kaale almayanlar, naslar doğrultusunda hüküm beyan edip AKP ile CHP’nin bu konuda farkları yok diyerek işin içinden çıkıyorlar. Her iki kesim de modern dünyayla nasıl diyalog kurarak, anlayarak, kendisi kalarak bir mücadele yürüteceklerini izah etmekte zorlanıyor. Türkiye’nin imkanlarını, yenidünyadaki yeni yerini ve rolünü, dünya Müslümanların perişan halini ve küfrün tek millet olmasını görebilenler ancak makul tenkit yapabilir ve geleceğe ait yeni ufuklar çizebilir. AKP’nin yanlışlarını, İslâm kültür havzasında durarak ve İslâmlığı hayatın merkezine koyarak düşünen, yaşayan insanlar söyleyebilir. Buna en çok da AKP’nin ihtiyacı var. Kendi kültür ve medeniyet havzasından ayrılanların, AKP’yi eleştirmeyi sapma sayanların AKP’yi sağlıklı değerlendirmeleri mümkün değildir. Türkiye, uluslararası kurum ve kuruluşlara dahil olmuş, imza atmış bir ülke, bunu yok sayarak değerlendirme havada kalan ve ayakları yere basmayan bir değerlendirmedir. Devlet ideallerini reel bir formda sunmak mecburiyetindedir. Bir başka husus, devletin dünya sistemine tavır takınması, gücüyle orantılıdır, Türkiye’nin bu hususta gücünü aşan bazı söylemleri ve eylemleri dahi var. Bir başka husus, dünyadaki müttefiklerle birlikte hareket etme durumu da belirleyicidir. Elan halkı Müslüman olan ülkelerin dış siyasette ve kendi aralarındaki işleyişte çok olumlu bir ittifaktan bahsedemeyiz, bu da Türkiye’nin elini zayıflatıyor. Bu durumlar İslâmcıları da düşündürüyor. Hangi devletle iş tutularak dünya siyasetinde bir karşı koyuş sağlanabilir. İran, Suudi Arabistan, Mısır’ın durumu ortada. Asıl yakıcı bir sorun da İslâmi olduklarını söyleyen cemaatler, örgütler; el-Kaideden IŞİD’e, İhvandan, Cemaat-i İslâmiye’ye, tarikatlardan selefilere… bunların portreleri, bu dünyaya sundukları, açtıkları yolun İslamiliği… bunlar İslâmcıları ciddi manada sıkıntıya sokuyor. Her birinin kendine ait güzel ve fedakâr özellikleri var ama aynı zamanda İslâmcıların içine sindiremedikleri, şeriata uymayan düşünüş ve fiilleri de var. Bunları ayıklayarak İslâm’ın ruhuna ve naslarına uygun, bugünün şartlarına cevap verecek bir mercii de yok. Bu kargaşada İslâmcıların AKP ile imtihanları daha da zorlaşıyor. Belki de bütün bu açmazlar dolayısıyla AKP’ye yakınlaşmak ve yanlışlarını çok sarih söylemekten çekiniyorlar. Tüm bu gerekçeler doğrudur, daha fazlası da elbette vardır. Ama İslâmcılar gene de AKP’nin yanlışlarını usulüne uygun ve kendi kültür havzasında durarak eleştirmesini becerebilmelidirler, aksi halde adaletlerine ve gelecekte umut oluşlarına gölge düşer. Kendilerini AKP’nin savunucusu görünümünden mutlaka çıkarabilmelidirler. Karşı koyuşta da kabul edişte de İslâmî değer yargılarından kalkarak hareket etmelidirler. İslâmcılar, içeride ve dışarıda uygulanan siyaseti insanlık adına, temel İslâmi değerler adına, gelecek nesiller adına gözden geçirmelidirler. Mesela AB, müktesebatının neler getirip neler götürdüğünü masaya yatırmalı ve yanlışlarını tek tek sayarak bunlara var güçleriyle karşı çıkmalıdırlar. AB’ye gireceğiz diye bize uymayan bizim aile yapımızı, ahlâkî yapımızı, kadın erkek ilişkilerimizi ziruzeber eden kanunlara karşı çıkmalıdırlar. Komplo teorileriyle Türkiye’de ve halkı Müslüman olan diğer ülkelerde olup bitenleri, ABD’nin, AB’nin, İsrail’in planları olduğunu söyleyerek ehl-i İslâm’ın iradelerini ve gayretlerini yok saymaktan da İslâmcılar kaçınmalıdır. Sadece tenkit ederek, yanlışa işaret ederek, yetinmek sorumluluk sahibi insana yaraşmaz, yanlışa işaretle birlikte çözüm üretmek de mesuliyet sahibi insanın yapabileceği bir iştir. Bu dünyayı imara mecbur Müslümanlar tüm dünyanın problemlerini de göğüslemesini bilmelidir. Artık insanlığın sorumluluğu fiili olarak Müslümanların omuzundadır, İslâmcılar, bu ağır yükü taşımağa mahkumdurlar, bunun altında kalkamazlarsa insanlık tekrar kaybeder. Onun için İslamcılar kendilerine, ülkelerine, toplumlarına ve dünya insanlığına yakından bakarak, izanla ve ferasetle bir yol çizmelidirler. AKP’nin değerlendirmesi de bunun içindedir.
|