Kalpten Kürre-i Arza Daireler ve Vecibelerimiz PDF Yazdır e-Posta

                                                                                                (18 Kasım 2015, Çarşamba)

[Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki “Kürre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alakadar bu dehşetli Harb-i Umumi elli gündür (devam ediyor), hiç sormuyorsun? Hâlbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeğe koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler. Cevaben dedim ki:

“Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedahil daireler gibi her bir insanın kalp ve mide dairesinden ve cesed ve hâne dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve kürre-i arz ve nev’i beşer dairesinden tut da zîhayat ve dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nev’i vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede, en küçük ve muvakkat ara sıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makusen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedârlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bırakıp lüzumsuz, mâlâyâni ve âfâkî işlerle meşgûl eder. Sermaye-yi hayatını boş yerde imhâ eder. O kıymetdâr ömrünü kıymetsiz şeylerle öldürür. Ve bazan bu harb boğuşmalarını merak ile takip eden, bir tarafa kalben tarafdâr olur. Onun zulümlerini hoş görür. Zulmüne şerîk olur.”] (Said-i Nursî, Âsâ-yı Mûsa, 19)

Müellif, bununla alakalı, kendi bakış açısıyla izahatlar yapar, deliller ileri sürer. Bu metinde, adı geçen iç içe daireler ve her bir dairede yapılması gereken vazifeler üzerinde birazcık durulması gerektiğine inanmaktayım.

 

  1. Kalp ve mide dairesi,
  2. Ceset ve hane dairesi,
  3. Mahalle ve şehir dairesi,
  4. Vatan ve memleket dairesi,
  5. Kürre-i arz ve nev’i beşer dairesi,
  6. Zihayat ve dünya dairesi.

Said Nursî, çok basit ve sarih bir şekilde meseleyi ortaya koyuyor. Görünür ve hayatiyeti devam ettirecek fizikî şartlar, buna mide (maddî) diyor; ruhî, kültürel, moral değerler, insanı insan kılan ahlâk, davranış, istikamet üzere yürümesini sağlayan ortam ve atmosfer ne varsa onların tümüne de kalp diyor, öyle nitelendiriyor.

Bu iki husus bütün daireler için geçerlidir. İnsanın kendisi için de aile fertleri için de toplum için de uluslararası ilişkilerde için de geçerli ve elzemdir. Fizik ve ruhî unsurlar birlikte olmadan hakiki manada ayakta kalmak mümkün değildir. 

İnsan olarak, Müslüman olarak, her bir dairede her bir insanın vazifesi vardır; onları hakkıyla ifa etmek, üzerine düşeni o dairenin icabı gereği yerine getirmek mükellefiyetindeyiz. Ayrıca her bir dairenin diğer dairelerle olan ilişkisi ve bu dairelerin geçişkenliği, birbirlerini beslemeleri, biri diğerinden güç alacak hale getirilmesi vazifelerimiz de arasındadır.

İki ana görüş var: Biri, yukarıdan aşağıya doğru görev ve mesuliyet, aynı zamanda düzeltme ve ıslah etme… Diğeri, aşağıdan yukarıya doğru görev ve sorumluluk, buna bağlı ıslah ve tekâmül ettirme…

Acaba hangi yol daha kalıcı ve gerçeğe uygundur? Yani vazife sıralamasında fertten başlayarak kürre-i arza bir yol yöntem mi izlenmeli, yoksa dünya durum alışından başlayarak memleket, vatan, mahalle, hane ve ferde mi inilmeli?

Neticede aynı yere varabilir gibi görünse de pratik hayatta bazı farklılıkları öne çıkarır.  Fikri ve düşünsel alanda kalan farklılıklar müsamaha ile karşılanabilir, fakat farklılıklar araziye intikal edince ete kemiğe bürünür, mücessem hâle gelir, görünür olduğu zaman göze batar, göze batan şey hayata yön verir. Bu hâle gelen küçük farklılıklar, keskinleşir, en ufak farklılık ayrılığa müncer olabilir.   

Birinci daire; başlangıç -ilk daire, kişinin benliğinin oluşumu- sağlam olursa üzerine bina edilen tüm daireler sıhhatli işleyebilir. Başlangıç eksik veya yerinde ve zamanında yapılmamışsa ilerleyen kademelerde (dairelerde) bu eksiklik açığa çıkar ve problem oluşturur. Bunun misali geç yaşlarda şuurlanan Müslümanların temel İslâmî bilgilerden ve işleyişten mahrum oluşlarından kaynaklanan aşırı ideolojik tavırlar. Kişileri eğitmeyi, temel küçük bilgileri hafife almaları gibi tezahürler…

Bazıları da ilk daireye takılıp kalırlar. O meşguliyeti ile tüm meseleleri hâl edebileceklerine kanidirler.  Çünkü zevkli ve sevimli bir amel, lakin orada kalmaları ve kendi nefisleriyle uğraşıp dışa kendilerini kapatmaları onları köreltir. Bunun farkına bile varamazlar.

İkinci daire; ceset ve hane dairesidir. Bu dairede hanımına ve çocuklarına karşı vazifesini ifa ederken onları, dengeli ve bütün daireleri hesaba katarak yetiştirebilirse ve toplumsal vazifesini de ihmal etmeden bir örneklik gösterirse olumlu sonuçlar elde edilebilir. Lakin bütün enerjisini aile halkına ayırır hem kendi sosyal hayatını hem de çocukların toplumla ilişkilerini keserse bu ileride sıkıntı doğurur. Çocuklarda bireysellik ve bencillik meydana gelir. İhmalkâr davranıp yeteri kadar ilgilenmezse bu sefer ebeveynin içinde bulunduğu sosyal katmana, toplumsal yapılanmaya karşı güvensizlik oluşur, bu da düşmanlığa kadar varabilir. Burada ciddi bir denge ve titiz bir ilişki lazımdır. Çocuklara hem şefkat hem de disiplin öğretecek bir yol izlenmelidir. Bu hususta Türkiyeli Müslümanların çok başarılı oldukları söylenemez.

Üçüncüsü daire; mahalle ve şehir dairesidir. Bu dairede artık kişilik ve aile dairesi tamamlanmış sayılır. Topluma karışma ve vazifelerini icra etme safhası, edinimlerini ortaya koyma, hünerini gösterme toplumu yönlendirme ve eğitme evresi. Burada konu komşudan başlayarak çevresi ve içinde yaşadığı şehirle ilgili vazifeleri öne çıkar. Artık kabuğundan, aile ortamından çıkacak, topluma karışacaktır.

İlk işi toplumu olduğu gibi tanıma olacaktır. Toplumun değer yargılarını, önceliklerini, mahalle ve şehrin işleyişini, şehirleşmeyi, şehir insanının problemlerini, şehrin toplumsal katmanlarını, iktisadi, siyasi, kültürel, ahlâki durumunu verilere dayalı olarak iyice öğrenecektir. Bu kadarıyla yetinmeyecek, toplumun İslâm anlayışını, İslâm’a uyan ve uymayan örf, âdet ve geleneklerini de bilecek, öğrenecektir. Şehre karşı mesuliyetini de fark edecek ve gereğini de yapacaktır.

Dördüncü daire; vatan ve memleket dairesidir. Burada dikkat edilmesi lazım gelen husus modern dünyanın dayatması olan ulus-devlet anlayışına mahkûm olmadan üzerinde yaşadığı toprak parçasına karşı vazifesidir, vatanı kendi evi kabul ederek onu temizlemesidir. Bu temizlik içinde maddi imkânlara sahip olmaklığı dahi kabul etmesidir. Burada ümmetçilik ile yurttaşlık ve vatan ve memleket anlayışı arasında bir bağ kurarak dengeli ve uyumlu bir vazife ifa etmeye çalışmaktır. Ulus-devlet çağını yaşıyoruz, bize giydirilen bu deli gömleğini çıkarırsak çıplak kalırız, çıkarmaya çalışmazsak bu gömlek bizi sıkar, bedenimizden daha çok ruhumuza zarar verir, bizi içten içe çürütür. Üzerinde yaşadığı toprak parçası olan vatanı görmeyerek (öyle sanarak), yabancı gibi davranmak göçebeliğe kapı aralar, ama göçebeliğin getirdiği azatlık ortamından da asla yararlanmaz, çünkü ulus-devlet buna müsaade etmez. Göçebelikte medeniyet oluşmaz, imaret gelişmez, bunu merak eden İbn Haldun’a bakabilir. Her bir insan üzerinde yaşadığı toprak parçasına karşı vazifesini iyi düşünmeli, her bir fert, Müslüman kendi vatanını düzeltmenin yollarını aramalıdır. Başta belirtilen maddî manevî tüm imkânları seferber etmeli, maddî ve manevî olarak ülkesini imar etmenin yollarını aramalıdır. Ümmete ait her karış toprak Müslümanların vatanıdır. Oraları ıslah etmek, imar etmek, maddî manevî kalkındırmak bu dairede insanın vazifesidir.

Beşinci daire; kürre-i arz ve nev’i beşer dairesidir. Burada Müslüman’a düşen vazife fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar çalışmak, çabalamak, gerekirse bu uğurda feda-yı canda bulunmaktır. Bu ulvi bir vazifedir. Tüm insanlık adına yeryüzünü tekrar adalet ile tanıştırmak, bunun bir insanlık ve İslâmlığın temel görevi olduğunu akıldan çıkarmamaktır. Bu daire ümmetçilik dairesidir. Dünyaya sulh u salah getirme davası ve vazifesidir. Burada etkin olabilmek için mezbur (anılan) alt dairelerin her birinde üzerine düşenleri hakkıyla ifa etmekten geçer. Diğer dairelerdeki vazifesini hafife alarak, ihmal ederek, küçük görerek, sadece son dairedeki vazifeye odaklanmak, çıkış yolunun bundan ibaret olacağına inanmak, bir nevi kaçıştır, aceleciliktir. Çıkış yolunu nefsi, aileyi, çevreyi, ülkeyi hesaba katmadan çareyi bunların dışında aramak bir garabettir. Altı doldurulmayan çare sunuşlar havada kalır, bütün fiyakalı ve cafcaflı sözlerde olduğu gibi. 

Altıncı daire; zihayat ve dünya dairesidir. Bu dairedeki görev tüm canlıların ve kâinatın bize yüklediği vazife ve vecibedir. Börtü böcekten uçan kuşa, leylek yuvasından deniz kirlenmesine, çevre kirliliğinden ozon tabakasının delinmesine… her şeyden ve her olay ve oluştan insanlık adına, fıtratı koruma adına Müslümanlar sorumludur, çünkü insanlığın idaresi ve kumandası son dinin müntesipleri olarak biz Müslümanlara geçmiştir. Bunun gereği de anılanların tümünü hakkıyla yerine getirmektir.

Bunlar birbirinden kopuk ve bağımsız sayılmamalıdır. İşin temeli her bir ferdin kişiliği ve mide ile kalp arasındaki bağı ve dengeyi iyi korumasına dayanır. Fertler, maddî ve manevî olarak kendi ayakları üzere durabilir hâle getirilirse başlangıç sağlam olur. Buradaki bir boşluk ve dengesizlik yukarı doğru çıktıkça beraberinde yığınla sorun getirebilir. 

Her dairenin kendine ait bilgilenme, eğitme, yetişme ve vazifesi vardır. Bunlar icra edile edile yukarıya doğru çıkılırsa birbirlerini tamamlayan merhaleler olarak ortaya çıkar ve inkıta olmadan tepeye doğru tırmanılmış olur. Her dairenin vazifesini Allah Rasulü şöyle buyurarak bize beyan etmiş ve gidilecek yolu göstermiştir. Abdullah İbn Ömer’den rivayet edildiği hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:  “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi (imam) de bir çobandır ve sürüsünden (raiyesinden) sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden (evdeki mesuliyetinden) sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır, o da sürüsünden sorumludur. (Ravi sanırım, kişi babasının malı üzerine de çobandır ve ondan sorumludur da dedi.) Netice itibariyle herkes çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.”   (Buhârî, Cum`a 11)

Demek sorumluluk ve vazife mevkie göre değişse de ortak tarafı üzerine düşeni yapmaktır. Dairelerin her birinde yapılacak işler vardır ve bunlar yerine getirilmelidir ancak bazı faaliyetler daimidir, bazıları geçici, ilk daire hiç ara verilmeden yerine getirilir. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci daireler ara sıra ara verilebilir. Mesela kişisel olarak namazlarımızı daima kılmak mecburiyetindeyiz, çocuklarımıza sahip çıkmaya daima özen gösteririz, burada kesinti olmaz. Aile ilişkilerimizde biraz aralık versek de o da istikrar isteyen bir amel. Komşularla alaka biraz daha seyrek olur. Şehirle ilgilenme biraz daha ara açılarak ilgilenilir. Vatan ve memleket meselesi ana istikamet üzere yürüyerek halledilebilir bir durumdur. Yeryüzünü ıslah da genel bir yönelme ile olur. Dünya umumi gidişata katkımız ve vazifemiz hem çok mühim hem de her daim olagelen bir şey değildir. Onun için ilk daireler daha hayatidir. Burada bir sıralama hatası yapılırsa işler zir u zeber olur, ters yüz olur. Takdim tehir burada geçerli değildir. Ben namaz kılmam ama insanlık için çalışırım, bu onu telafi eder, diyemezsiniz. Derseniz kendi nefsinizi ihmal etmiş, o dairedeki vazifenizi yok saymış olursunuz. Belki de böyle davranıldığı için de Allah’ın yardımı da gelmemiş olabilir.

Said Nursi’nin son olarak dikkate arz ettiği husus “…ve bazan bu harb boğuşmalarını merak ile takip eden, bir tarafa kalben tarafdâr olur. Onun zulümlerini hoş görür. Zulmüne şerîk olur.”

Son merhaledeki uyarı adil davranmamızı sağlar. Alttaki vazifeleri hafife alıp daima en üst/son merhaleye, daireye bakarsak, ona kapılırsak, biricik vazifemiz odur dersek, olayın akışına kendimizi kaptırırsak bir tarafa meyleder, haklı haksız ayıramaz hâle gelir ve bir tarafı kayıtsız şartsız tutar ve öyle davranırız. Bu da tarafını tuttuklarımızın zulmünü göremez hâle gelir ve onu kabullenmiş oluruz. Böyle davranarak zulme, haksızlığa hukuksuzluğa da ortak oluruz.

Bugün Suriye’de olmakta olanlar ve oradaki yapılanmalardan herhangi birini tutmaktaki tavırlarımıza bakarak bu sayılanları anlayabiliriz. Yahut 1 Kasım 2015 seçimlerinde oluşan havanın etkisiyle yapılan değerlendirmeler ve takınılan tavırlar, bu konuda bize ipuçları verebilir. Burada herhangi bir tarafı veya kişiyi kastetmiyorum. Üzerinde durduğum şey, her zaman ve her yerde yapacaklarımızın olduğu gerçeğidir. Onları ihmal etmeyelim. Bir kavme, topluluğa, çevreye, farklılığa olan düşmanlığımız bizi adaletsizliğe sevk etmesin, adil olalım, adil davranalım.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma/kavme olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide, 8)

  

  

 

k_saglam

Yeni Kitabımız Çıktı

egri_agacin_golgesi

Son Eklenenler

YEREL SEÇİM SONRASI ÜLKENİN AHVALİ
(1 Nisan 2024, Pazartesi) Yerel seçim ...
İNSAN KENDİNİ KEŞFEDEBİLİR Mİ?...
(26.01.2024, Cuma) Her kişi, 'önce ke...
MİLLİYETÇİLİK- MUHAFAZAKARLIK- ÜMMETÇİLİK
(Yerellik 'Yerlilik' - Muhafazakarlık -...
EY EHL-İ İSLAM, UYAN!
(06.11.2023, Pazartesi) Ey dünyayı g...
YAĞMUR DUASI
(15 Eylül 2023, Cuma) Yağmur duasına...
AÇMAZI AÇMAK
(25 Ağustos 2023, Cuma) İnsanoğlunun...
AÇILIM - ATILIM
(5 Ağustos 2023, Cumartesi) Sıkışan...
GÜLİSTAN OKUMAYANLARA
(10 Temmuz 2023, Pazartesi) Sadi (Şira...

Kimler Sitede

Şu anda 5 konuk çevrimiçi
Üyeler : 3
İçerik : 636
Web Bağlantıları : 5
İçerik Tıklama Görünümü : 5575776
< ?php if( JRequest::getVar( 'view' ) == 'article' ): ? > < jdoc:include type="modules" name="socialwidget" /> < ?php endif; ? >