Açıkoturum 3 |
Ümmet Toplumu Deyince Ne Anlıyoruz? Değişim: Genelde Ömer Hoca olayın mazisi ile tarihi ile şu andaki halini ifade ettiği gibi mutlaka yeniden ümmetin toparlanması, bir emirü'l-müminin rehberliğinde yeniden oluşumunu siyasi oluşumunu tamamlayıp teorideki halini gerçekleştirmesi gerektiğine işaret ettiler. Siz bu konuda bunun pratikleri üzerinde durabilir misiniz, ümmet yeniden nasıl oluşabilir, hangi engelleri aşmalıdır, veya bu siyasi oluşuma giderken ne gibi engellerle karşılaşmaktadır bundan sonra önüne ne gibi engeller konabilir, bunları aşmak için neler yapmalıdır? Kâzım Sağlam: Ümmetçiliğin bir itikadi vecibe olduğuna inanıyorum. Bunun fıkhi yani itikadi ve ameli yönlerine Ömer Hoca kısmen değindi. Ümmetçiliğin önündeki engellerin başında bir zihniyet anlayışı gelir. Yani insanlar evvela zihinsel olarak bu işe hazır değillerdir. Yılların getirdiği ayrı ayrı yaşamanın bize dayattığı bir emr-i vaki ile karşı karşıyayız. Ulus devletler oluşmuş ve bu ulus devletlerin zihnimizde bıraktığı bir iz vardır. Biz bu İzi ve bu düşünceyi kolay kolay atamıyoruz. Birinci engel olarak bunu atmamız lazım gelir. İkincisi ümmetçiliği bir nevi sol enternasyonel düşünce gibi algılamaktır. Nasıl dünyada bir sosyalist enternasyonel anlayış var ise sanki ümmetçilik de bu sol anlayıştan devralınmış bir anlayış gibi görülüyor ve öyle lanse ediliyor. Bunu da lanse edenler genelde milliyetçi ve ırkçı düşüncelerdir. Eğer biz inancımızın gereği olarak ümmetçiliği kabul edersek, bu, bize Allah tarafından yükletilen bir vecibe olduğuna inanırsak, o zaman hem zihni olarak bunu aşmamız kolay olacaktır, hem de solcuların enternasyonel anlayışı ile bizim ümmet anlayışımızın çok farklı şeyler olduğu ortaya çıkacaktır. Sol enternasyonal sınıfa dayalı bir düşüncedir. Proletarya düşüncesidir. Halbuki bizde bir sınıf anlayışı yoktur. Müslümanlar olarak biz bütün insanlara yönelen bir medeniyetin mensuplarıyız. "Ya Eyyuhannas" hitabıyla başlayan ayetlerle şekillenen bir medeniyetin insanlarıyız. Bizim ümmet anlayışımız her insanın, her toplumun, her kavmin, her ulusun kendi ayaklarıyla var olup beraber iş yapmalarıdır. Bir birlik etrafında oluşum sağlama anlayışıdır. Bunu yerel düşünceyi yok etme, her milletin her ırkın kendine ait kültürünü yok sayma gibi bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu sanmak yanlış bir şeydir. İslâmî anlayışta itikadın müsaade ettiği kadar, Kur'an?ın ve sünnetin, yani nassların müsaade ettiği kadar örfe, adete, geleneğe saygı vardır. Bunun koruması vardır. Onu yok sayma yoktur. Sol düşünce genelde insanı insanlıktan çıkarıp bir meta haline getirdiği için kurduğu evrensel anlayışta bu metaa karşı yapılan düşüncedir. Biz Müslümanların İslâmi anlayışında insanın fıtri yapısını bozmadan muhafaza ve müdafaa vardır. Sol anlayışındaki insanların bir fabrika malı gibi görüp bütün insanları insanlıktan çıkararak eşit sayma düşüncesiyle ümmetçilik düşüncesi çok farklı şeylerdir. Bu yönü ile ümmetçiliğe karşı çıkanlar İslâm ümmetçiliğini yerli düşünceyi yok ediyor, yerel düşünceleri ananeleri gelenekleri ortadan kaldırıyor sanıyorlar. Bu son derece yanlış bir ithamdır ve İslâm ümmetçiliğini tanımamalarından gelen bir anlayıştır. Müslümanlar önce fert fert herkes kendi ayakları üzerine durarak sonra kendi ayakları üzerinde ayakta durabilmiş insanların oluşturduğu topluluklar, ırklar, kavimler bir araya gelip bir ümmet bilincini, uluslararası küfre karşı bir vücut haline gelme olayıdır. Eğer biz olaya bu yönden bakarsak sol enternasyonelle ümmetçiliğin çok farklı şeyler olduğunu görürüz, görebiliriz. Kendi beceriksizliklerini bağlı bulunduğu gruba dayanarak örtme anlayışı da ümmetçilik anlayışı olamaz. Çünkü ümmetçilik anlayışında her insan kendi değeriyle o ümmete katkıda bulunur ve o değeri ile o ümmeti biraz daha yükseltmeye çalışır, ona bir katkıda bulunur. Ümmetten bir şey kapma değil, ümmete bir şey verme, birşey ilave etme gayretidir bir yerde ümmetçilik. Bu fert bazında da böyledir, ırk bazında da böyledir, toplum bazında da böyledir. Ama neticede hepimizin, bütün İslâm ümmetinin yapıp ettikleri bir yerde toplanır ve bu da İslâm ümmetinin yükselmesine katkı sağlar. Ümmetçiliğin yerelliği yok edeceği endişesi de biraz yersiz bir endişedir. Çünkü İslâm itikadında, İslâm anlayışında örf, adet ve geleneğin yeri bellidir. İtikadımıza ters düşmedikçe, biz onu yok sayamayız ve örfün bazı mezheplerde bir seri delil olmasını bunun bir kanıtı kabul edebiliriz. Ama insanlar kendi ırkımdandır, kendi toprağımdandır, kendine yakındır diye insanları öbürlerinin önüne geçirirlerse, böyle bir kayırmaya giderlerse, böyle bir öncelik tanırlarsa bu da yanlış bir şey olur, ümmeti zedeler. Değişim: Genellikle son dönemlerde müspet milliyetçilik diye adeta İslâmı vurgulamak isteyen bir anlayış vardır ve ümmet ile milliyetçilik sanki birbirine karıştırılmış durumdadır. Yani bu müspet milliyetçilikten kasıt nedir, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kâzım Sağlam: Bu da üzerine kılıf geçirilmiş başka tür bir milliyetçiliktir. Veya ırkçılığın biraz hafifletilmiş şeklidir. Yani insanlar aleni olarak İslâm ümmetçiliğine karşı çıkamıyorlar, bunun bir itikadi sakatlık olduğunu da biliyorlar. Çünkü aldıkları İslâmi eğitimde bunun böyle olduğunu onlar da biliyorlar. Öyle olduklarına inanıyorlar. Bunu biraz hafifleterek ırkçılıklarına biraz kılıf geçiriyorlar. Milliyetçiliğin müspeti ve menfisi olmaz. O zaman biz beşeri kaynaklı her şey için aynı ayırıma gidebiliriz. İşte müspet demokrasi, menfi demokrasi ki bunu da yapanlar vardır. Bunlar neticede birer alet gibidir. Efendim bu düşünceler de keser gibi veyahut da bıçkı gibi veya tabanca gibi birşeydir. Nasıl kullanırsanız öyle olur. Bu mantık yanlış bir mantıktır. Biz herşeyi kullanamayız. Çünkü yani müspet veya menfiliğin ölçüsünü kim tayin eder. Eğer İslâmi nasslara uygun olan bir düşünce ise bunun adı İslâmi düşünce olur. Bunun adı müspet milliyetçilik olmaz. Ama birileri milliyetçilik de yapıyorsa böyle bir kamuflaja da gerek yok. Aleni açıkça milliyetçilik yapsın, kendisi de rahatlar, biz de rahatlarız. Yani olayı ortada bırakma herkesi güç durumda bırakır. Milliyetçiliği de güç durumda bırakır. Çünkü ümmetçi olarak bizi de güç durumda bırakır. Bunu bir kamuflaj gibi görüyorum.
Değişim: Ömer Hocam özellikle ümmet aynen imamenin etrafında dizilmiş tesbih taneleri gibi olmalı. Yani emirü'l müminin önderliğinde ve rehberliğinde bir hilafet toplumunun yeniden ortaya çıkarılması gerektiği kanaatini vurgulamaktadır. Bu hilafet toplumu, ümmet toplumu, sizce nasıl ortaya çıkabilir? Bunun gereği nedir? İslâm?daki yeri ne? Bunun yanında da hilafetin oluşması için Müslümanların neler yapmaları gerekir? Tekrar hilafet toplumuna kavuşabilmek için hangi engelleri aşmalıdır? Bu konuda neler söylemek istersiniz? Kâzım Sağlam: Demokrasinin zihnimizi kirlettiğine inanıyorum. Bir zihin kirliliğini yaşıyoruz Müslüman olarak. Bu zihin kirliliğinin bir neticesi olarak da İslâm ümmetinde şu anda yani halkı Müslüman olan yerlerde bir ulus-devletçilik yaygındır ve bu İslâm?ın özü gibi kabul edilmektedir. Bu da bizim birleşmemize ümmet olarak beraber hareket etmemize engel olan bir şeydir. Halbuki dünya küfrü bilhassa Sovyetler Birliği'nin çökmesi ile tek bir devlet haline geldi. Kimilerinin tabirine göre dünya artık bir köy oldu. Şimdi bu köyde farklı farklı mahalleler, evler ihdas ederek idame-i hayat etmek oldukça zordur. Biz uluslararası tek millet haline gelen küfrün karşısına ancak bahsedildiği şekilde halifeli toplumla karşı koyabiliriz. Sadece bir ülke kendi içinde İslâmi değerleri ikame etmekle de küfre karşı direnemez. Biz topyekün ümmet olarak karşımızdaki bir küfür milleti ile beraberce ancak hesaplaşabiliriz veya ümmet olarak birbirimize dayanarak ancak kendimizi muhafaza edebiliriz. Bunun açık örneklerini de İran'da gördük, Cezayir'de gördük, Sudan'da gördük, Afganistan'da gördük ve biz ümmet olarak topyekün birbirimize yaslanarak, birbirimize dayanarak küfre karşı bir direniş göstererek o zaman belki bir varlık gösterebiliriz. Dünya siyasi sahnesinde bir yerimiz olur, Bizi adamdan o manada sayarlar. Yoksa kendi başına sınırlarını çizmiş, kendi ülkesi içerisinde hapsolmuş bir İslâm devleti, ulus devlet sınırları içerisine hapsolarak bu tek güç haline gelmiş küfre karşı dayanabilmemiz mümkün değildir. Bunun böyle dayanabileceğine inanan insan dünyayı göremiyor demektir, çok yanlış yerde oynuyor demektir. (Değişim Dergisi, sayı 24, Mayıs 1995)
|