İdarecilik PDF Yazdır e-Posta

                                                                                                                (20 Şubat 2015, Cuma)

Düzenin sağlanması, iş bölümünün yapılması, yeteneklerin açığa çıkması ve tecrübelerden yararlanılması için bir yapılanmanın ol(uş)ması şarttır. Adaletin sağlanması da işlemekte olan bir sistemin varlığına bağlıdır.

Düzenin olmadığı yerde kim neden sorumlu, kim hangi işi yapacak, haksızlık kime ve neye göre tayin ve tespit edilecek? Bu ve benzeri hususlar müphemdir. Herkesin her iş yaptığı bir ortamda ne adalet sağlanabilir ne de ilerleme kaydedilebilir.

Adalet, ancak oturmuş bir sistemde sağlanabilir. İşlemekte olan bir sistem ne denli oturmuş ve kaidelere bağlanmışsa adalet de o oranda gerçekleşir. Adaletin sağlanamadığı yerde hiçbir iş ve işleyiş hakkaniyetli ve düzenli bir şekilde yürümez, yürütülemez.

Diğer bir husus; işlemekte olan sistem veya organizasyon kâinatın işleyişini, fıtratı, bütün insanları kapsayıcı özelliği, insanı erdemleştirecek vasıfları, neslin, aklın ve bedenin güvence altına alınmasını, toplumsal düzenin tesisi ve korunmasını bünyesinde taşımalıdır. Ayrıca insanın şehevî/ şeytanî yanını kontrol edebilmeli, sadece bugünü değil yarını ve insanlığın geleceğini de düşünmelidir.

İdare, idarecinin erdem ve yeteneğinden ziyade, sistemin hakkaniyet ve düzgünlüğüne dayanmalıdır. Kişisel yetenek ve erdem elbette olumlu katkı sağlar, lâkin asıl olan sistemin erdem ve hakkaniyetidir.

Modern dünya bir standart getirmiş ve insanları belli kategorilere ayırmış, muamelesini de ona göre yapıyor. Bu durum olumlu ve olumsuz unsurları beraberinde getiriyor. Yeni standartlarda bir genelleme ve farklılıkları yok sayma vardır. Her şey belli ölçütlere göre ayarlanmış ve bunların ana unsuru da üretime endekslenmiştir. Modern dünyada insanın özel yetenekleri alan değiştirmiş, eski kıstaslar ziruzeber edilmiş, bu yönüyle yeni tip insanlar karşımıza çıkmıştır.

Teknolojik gelişmeler, sanayi devrimi, fabrikalaşma, modern alet ve edevatın kullanımı; insanî özellikleri, beceri ve mucitliği geriye iterek eli kullanmayı öne çıkardı. İyi bilgisayar kullanan birinin düzgün el yazısını yazmasına gerek yoktur. Hatta el yazısı diye bir şeye ihtiyaç da olmaz. Fontları iyi bilen, bunu nerede ve nasıl istimal edeceğini tespit eden kişi en yetenekli kişi sayılır. Buradan şuraya varmak istiyorum: Artık kafa yormak, kendi yeteneklerini geliştirmek gibi hususiyetlere ihtiyaç azalmış ve hatta bazı alanlarda ihtiyaç bile kalmamıştır. Çünkü her ihtiyaç bilgisayarda bulunmaktadır. Bu sadece yazı için değil, bilgi elde etmek ve onu kullanmak için de böyledir. Bu yönüyle insan faktörüne ihtiyaç gittikçe azalmaktadır.

Modern dünyada makine, insan yerine istihdam edildiği için insan da makine derekesine indirilmiştir. Sanki insan ile makine yer değiştirmiş yahut insanın makineye benzer uzuvları daha önem kazanmış hale gelmiştir. Makinesiz dünyanın tahayyülü bile imkânsız.

Bu gelişmeler bir yandan insanın önünü açıyor, ona zaman kazandırıyor, kolay şekilde her şeye ulaşabiliyor, az insanla çok iş üretiyor; bir yandan da insan zihnini makineye benzeştiriyor. Sanki karşılıklı bir etkileşim var.

Zevklerimiz ve kabullerimiz de standartlaşmış durumda. Tepki biçimlerimiz, beynelmilel hale gelmiş, tedavi biçimlerimiz de kategorilere ayrılmış ve tüm dünyada aynı olmuş. Bu, tecrübeden yararlanmayı aşmış, insanın biricikliğini ortadan kaldırmış.

Modern dünya yeni tip insan üretiyor. Biraz makineye benzeyen, biraz sanal âleme dayalı yeni yeni alışkanlıkları olan, çabuk ve acele iş bitirmeyi seven, tahammülü az, hemen o an işe yarayanı önemseyen, gerisini çok düşünmeyen kişiyi muteber kabul eden bir toplum oluşuyor.

Modern insanın dünü yok, bugünü ve yarını var. Hayata böyle bakan insan, tecrübeye ve geçmiş hizmete değer vermez. Vefa onun için menfaatle eş anlamlıdır. Bu menfaat bazen kişi, bazen cemaat, bazen de dava adına yapılır. Bu tecrübeyi yaşayan insanlar, dışlandığına ve işe yaramadığına kail olurlar.

Hayatın merkezine bu anlayışı yerleştiren insan için terbiye ve saygı anlam kaymasına uğrar, günlük menfaatle yer değiştirir. İtaat anlayışı da alt üst olur. Böyle hallerde insanlar, ilişkilerini, taatlerini, saygılarını adı konulmamış menfaat üzerine bina ederler, gelecekte kendilerine fayda sağlayacak insanları seçerler ve onlara saygı gösterirler. Ahlâk, edep ve istikamet üzere yürümek veya zikzak çizmek arasında fark gözetmezler. Ahlâkîlik eğer bir menfaati de beraberinde getiriyorsa o zaman işe yarar, değilse herkes ahlâktan dem vurur; lâkin pratik hayatta izine rastlanmaz. Küçük dürüstlükler, büyük kaypaklıklar gösterirler; az menfaat olunca cömert, çok rant olunca menfaatperest olurlar.

Bu vasıfları haiz toplum ile daha önce alıştığımız toplumu idare etme biçimi de değişiyor. Benim nesil bu ikisi arasında sıkışmış bir nesildir. Edinimlerimiz eskiye göre, ilgilendiğimiz insanlar yeni tarza daha yakın.

Düzen, sistem, organizasyon, aileden devlet yapısına değin ortak iş yapmayı gerektirir. Ortak işte iş bölümü yapılır, işin adı konulur, herkes bir yerinden tutar ve yapılmakta olan ne ise o yürütülür. İdareci de bu iş bölümü- nün tepesindeki kişidir, işlerin düzgün yürümesini sağlamakla yükümlüdür.

İş ve işleyiş hem yeniyi hem de eskiyi beraberinde taşıyorsa mantıkî olarak doğru, fakat işlevsel olarak başarı elde etme sıkıntılı.

İdarecinin Vazifeleri

İdarecilik insanın idaresidir, fabrika da işletsek netice insanla işletiyoruz, işi yapan insandır. Onun için hangi zihniyetteki insanla iş tuttuğumuza çok iyi bakmalıyız.

İdarecinin ilk ve en önemli vazifesi; iletişime açık olması, beraber iş tuttuğu insanları iyi tanıması ve yeteneklerine göre görevlendirmesidir. Eğer tanıyamıyorsa tanıyana danışmalıdır. Bunları yapmadan iş bölümü yapar ve görevleri tevdi ederse başarılı olma şansı azalır. Buradaki hata diğer yerlere de sirayet eder ve düzen sağlanamaz. Kargaşa çıkar, bu sefer de kargaşayı önlemek için tedbir alır, ama her tedbir başka bir problem doğurur. Güvendiğinin güvendiklerine de güvenmesi lazım, çünkü bir insan herkesi tanıyamaz, bu mümkün de değildir.

İkinci vazifesi; kime ne danışacağını da iyi bilmesi gerek. Konusunda uzman olanla konuyu istişare etmek işlerin hızlandırılmasına katkı sağlar. Tecrübeli olanlara öncelik tanımalıdır. Tecrübe dilsiz hocadır, öğretir, ama yanlışa engel olamaz. İdareci tecrübeyi alır, ondan yararlanır.

Üçüncü vazifesi; işine vakıf olması gerekir. İş bölümü işle alakalıdır, işi bilemeyen nasıl taksimat yapabilir. İdareci bu hususta iki şıklı bir ameliyede bulunur ya kendisi işin künhüne vakıf olur veya işi iyi bilenlere danışır. İkisini de yapmayıp genel bilgi ve kültürüne dayanarak işi yürütmeye çalışırsa işte o zaman olay kilitlenir, açmaz başlar. İdareci işi bilmek ile bildiğini sanmak arasındaki farkı da tefrik edebilmelidir. Fahri çalışan işlerde idarecilik ya işini yoluna koymuş birine tevdi edilir -emekli olmuştur- veya din diyanet bilen, iyi konuşan yahut çok koşturan ve herkesin imdadına yetişen birine. Koşturma ile iş yaptırma farklı şeylerdir. Koşuşturan iş yaptıramaz, beğenmediği veya sıkıştığı an kendisi işe koyulur. İşe koyulan etrafını tam göremez, sağlıklı iş bölümü yapamaz, işlerin arasında ehem-mühimi de sıraya koyamaz. Hangi iş en çok önüne gelirse en mühim iş o olmuş olur.

Dördüncü vazifesi; yapacağı işle alakalı yetkin ve etkin eleman yoksa imkânları da işi yapmaya elverişli değilse o işe girişmemesi gerekir. Her iyi ve güzel işi; her iyi ve güzel insan, topluluk, cemaat, parti veya devlet yapamaz. İş yapma iki temel unsurla gerçekleştirilebilir: Birincisi insan, ikincisi imkân. Bunlardan biri eksik olursa ve buna rağmen işe başlanırsa başarılı olma şansı kalmaz.

Beşinci vazifesi; kimin ve neyin adına iş yapıyorsa o yapılanmayı iyi tanımalıdır. Yapının biraz ilerisinde olmalı, lâkin mesafeyi çok açmamalıdır. O ilerler adına iş yaptığı kuruluş, şirket, dernek vakıf, parti, devlet vs. geri kalırsa, kendisi tek başına kalır ve sadece afaki konuşmuş olur. Eğer adına iş tuttuğu insanlardan geride kalırsa bu sefer olayları ve insanları ihata etmekte zorlanır, devamlı ona projeler getirilir ve kendisinden yeni yeni işler istenir. Yürütmekte olduğu toplulukla aynı seviyede olursa, işler belli bir dönem iyi gider fakat zaman ilerledikçe rutinleşir ve bıkkınlık getirir. İdareci bütün bunları hesaba katarak biraz ileride ve daima arkasını kollayarak hareket etmesini bilmeli ve bu hususta elastikiyet gösterebilmelidir.

Altıncı vazifesi; idareciliğin, keyfine göre davranmak, istediği gibi hareket etmek, yetkilerini çoğaltmak ve kullanmak demek olmadığını bilmelidir. Yetki ve sorumluluğu birlikte ve dengeli bir şekilde götürmelidir. Kanun önünde herkes eşittir. Makam ve mevkie sığınarak veya bunları kullanarak kendine özel ve kayırıcı bir yer edinirse, bu sıkıntılar doğurur. İdareci, nüfuzunu kullanarak mal mülk elde etmemelidir.

Yedincisi vazifesi; idare ettiği kişi ve kurumu muhafaza edebilmelidir. İdarecilik imkânlarından yararlanıp sıkıntılarından kaçmamalı veya kendi deruhtesinde olan sıkıntı ve problemleri başkasına yüklememelidir.

Sekizinci vazifesi; istişare neticesine uymalıdır. Beraber iş tuttuğu kişilerle uyumlu hareket etmelidir. Kişisel dertleri de dinlemeli ve çözümler üretmenin yollarını aramalıdır. İdaresi altındaki insanlara eşit davranmasını bilmelidir. Kurumun içinde birimlere ne kadar ehemmiyet verilecekse o açıklanmalı ve buna riayet edilmelidir, idareci bunu sağlamalıdır.

Dokuzuncu vazifesi; takip ve kontrol sistemini kurmalı ve işletmelidir. Takip için ilk ve en önemli şart işlerin net ve açık olmasıdır. Onun için işler ne kadar detaylı tarif edilir ve bölüşümler ona göre yapılırsa o denli başarı sağlanır.

Onuncu vazifesi; gelişmeleri iyi takip etmelidir; firma, kişi, dernek, cemaat, parti, devlet vs. hepsini detaylı bilmeli, incelemeli veya inceletmelidir. Bunun için de ?Ar-Ge? oluşturulmalıdır. Mesela vakıf çalışması yapılıyorsa, aynı alanda çalı- şan vakıf ve derneklerin yapıp ettikleri iyi bilinmelidir. Bu, rekabet etmek veya başka vakıf-derneğin önünü kesmek için değil kendini geliştirmek ve geri kalmamak için yapılmalıdır. Bu da bir nevi hayırda yarışmak anlamına gelir.

On birinci vazifesi; itaat istemenin usulünü iyi bilmesidir. İtaat şahsa değil görevedir. Görev merkezli bir işleyiş kurulursa şahsa yakın olmak veya uzak durmak arasında fark kalmaz. İtaat ile tabasbusu tefrik edebilmeli ve vazifesini ifa etmeyip idarecinin istekleri doğrultusunda hareket etmeyi itaat sayılmamalıdır. Bunları çoğaltmak mümkün, lâkin insan merkezli ve uyanık bir zekâ ile işler yürütülmek istenirse işlerin düzgün yürüme şansı artar.

İdare Edilenin Vazifeleri

Bir de idare edilenler vardır, onların da vazifeleri olmalıdır.

Birinci vazifesi; bir iş tutmalıdır. Kişi herhangi bir iş tutmuyorsa bir şey isteme hakkı da olmaz. Güçsüzlük ve imkânsızlıklar başka. Gene de her insanın yapabileceği bir iş vardır. Genelde yapılanmalarda bazıları hiç iş tutmaz, daima eksik arama derdindedir. İş tutmamanın gerekçesi ise daha üstün daha rafine iş istemedir. Bu istek, aslında bir kamuflaj ve alalamadır. İşten kaçtığını süslü gerekçelerle örtmeye çalışmaktır. Bu insanlar, her zaman yapılan işlerin yanlışları üzerinde durur. Oysa her işte bir eksik ve yanlış mutlaka vardır, fakat yanlış ve eksiklikte ısrar edilmemelidir, hepsi bu kadardır.

İkinci vazifesi; açık ve sarih olmalıdır. Hangi işi nasıl yapacağını ve o işe ne kadar zaman ayıracağını bildirmesi lazımdır. Yapmak istediği iş; yeteneği, zamanı ve yapabilirliği dâhilinde olmalıdır. Bu hususta idareciyle mutabakata varmalıdır.

Üçüncü vazifesi; itaat etmelidir. İtaat körü körüne değil işe ve vazifeyedir. Tabii kendisine vazife verenin de itaatin ne olduğunu bilmesidir. İtaat eden ile itaat edilen bu hususta aynı düşünürlerse mesele kalmaz.

Dördüncü vazifesi; toplum tarafından icra edilen işler istişare ile yapılır, ortak akıl istişare sonunda çıkan karardır, o karara hem idare eden hem idare edilen uymalıdır. İsteği kabul edilmedi, istedikleri yerine getirilmedi diye gönül koymak yanlıştır. Bunlar dargınlıklara ve kırgınlıklara sebep olur. Birlikte iş yapmak, yekdiğerinin kahrını çekmekle, fedakârlık yapmakla mümkündür.

Beşinci vazifesi; beraber yürüdüğü toplumun takatini aşan isteklerde bulunmaması, işleyişe uyması ve işleyişin ana gidişatına uyum sağlaması gerekir. Çok haklı ve gerekli her istek herkes tarafından yerine getirilemez. Tahammülü ilk önce birlikte olduğu insanlara göstermek icap eder. Arkadaşına, dava erine tahammül edemeyen başka arayışa girerse dikiş tutturamaz, sonunda orta malı olur.

Baştan kimseyle yola çıkmayıp ortada duran değerli insanla böyle davranan bir değildir. Birisi baş- tan kendine böyle bir yol çizmiş, böyle hizmet edeceğine inanmış, emir almayı ve emir vermeyi sevmez veya mizacına uygun görmez, onun için tüm dost ve sevdikleriyle iyi ilişkiler kurmuş bir hayat tercih etmiştir. Fakat diğeri onunla iş tutmuş, ayrılmış, öbürüyle beraber yürümüş tökezlemiştir. Bunlar birbirinden farklıdır. Hem içeride olmak hem de dışarıdaki biri gibi davranmak doğru değildir. Herkesin kenara çekilme hakkı vardır, ama gerekçelerini Müslümanca ve insanî bir tarzda izah etme mecburiyeti de vardır. Olabilir ki, söylediklerinde hakikat payı vardır, bunu çevresinin bilmesi lazımdır.

Altıncı vazifesi; birlikte yürüdüğü kardeşlerine idarecilerine inanması lazımdır. İnanmazsa niçin inanmadığını açıkça beyan etmelidir. İtaat ilkeyedir. İlke açıkça çiğnenirse, o zaman bu tespit edilir ve bunun için itaat etmeyeceğini ilan eder. Hakiki neden örtülür ve başka bahaneler ileri sürülürse bu ahlâkî ve insanî olmaz. Hatır için bu saklanırsa, fitneye ve işin bozulmasına sebep olur.

Yedinci vazifesi; yapıcı olmalıdır, olumlulukları, olumsuzluklara tercih etmesini bilmelidir. Neyi nerede konuşacağını kestirebilmeli, kiminle neyi konuşacağını iyi hesaplamalıdır.

Sekizinci vazifesi; suçu başkasına yüklemeye çalışmamalıdır, yapıp ettiklerine iyice bakmalı yanlışlarını eksiklerini telafi etmesini de bilmelidir.

Dokuzuncu vazifesi; kendini geliştirmelidir. Kendi ilgi alanındaki yenilikleri takip etmeli ve ona göre kendini hazırlamalıdır.

Onuncu vazifesi; başkasının işlerini zorlaştırıcı olmamalıdır, tam tersine irtibatlı iş kollarına destek sağlamalıdır.

Konum, belirleyicidir; kişisel yetenekler konumun önüne geçmemelidir. İdareci olmak; birlikte yürümenin, ortak çalışmanın organizesini sağlamaktır. Her idareci aynı zamanda fikir babası kabul edilmemelidir. Fikir önderleri ile idareciliğin aynı kişide birleşmesi çok az rastlanır, her idarecide böyle bir şey beklemek doğru değildir. Aslında idareci, idare edendir, ilk ve en önemli işi mevcudu düzene sokmak ve işleyişi düzeltmektir. Bu sağlandıktan sonra hamle yapabilir, düzen sağlanmadan hamle yapmak beraberinde risk getirir.

 

k_saglam

Yeni Kitabımız Çıktı

egri_agacin_golgesi

Son Eklenenler

YEREL SEÇİM SONRASI ÜLKENİN AHVALİ
(1 Nisan 2024, Pazartesi) Yerel seçim ...
İNSAN KENDİNİ KEŞFEDEBİLİR Mİ?...
(26.01.2024, Cuma) Her kişi, 'önce ke...
MİLLİYETÇİLİK- MUHAFAZAKARLIK- ÜMMETÇİLİK
(Yerellik 'Yerlilik' - Muhafazakarlık -...
EY EHL-İ İSLAM, UYAN!
(06.11.2023, Pazartesi) Ey dünyayı g...
YAĞMUR DUASI
(15 Eylül 2023, Cuma) Yağmur duasına...
AÇMAZI AÇMAK
(25 Ağustos 2023, Cuma) İnsanoğlunun...
AÇILIM - ATILIM
(5 Ağustos 2023, Cumartesi) Sıkışan...
GÜLİSTAN OKUMAYANLARA
(10 Temmuz 2023, Pazartesi) Sadi (Şira...

Kimler Sitede

Şu anda 9 konuk çevrimiçi
Üyeler : 3
İçerik : 636
Web Bağlantıları : 5
İçerik Tıklama Görünümü : 5575463
< ?php if( JRequest::getVar( 'view' ) == 'article' ): ? > < jdoc:include type="modules" name="socialwidget" /> < ?php endif; ? >